Medeniyet bir milletin maddî ve manevî üretiminin tümüdür. Kimi medeniyetlerde maddî taraf ağır basarken kimi medeniyetlerde de manevî taraf ağır basar. Bu da o medeniyetin dünya görüşüyle alakalı bir husustur.
Bu bağlamda Batı medeniyeti maddî değerlerin kantarın topunu kaçırdığı seküler sistemin adıdır. Öyle ki, çoğu zaman ahlâkî değerler bile seküler perspektiften anlamlandırılır.
Batı ülkelerini ziyaret etmiş birçok kişinin oradaki muntazam hayat tarzına, insanların biribirine saygılı olmalarına, hak ve hukukun kâim olmasına methiyeler düzdüğüne yabancı değiliz. Bu, bazen o derece ileriye götürülür ki, “Onlar, imanda kâfır, günlük hayatta düzen ve tertip itibarıyla müslüman; bizler ise imanda müslüman, düzen ve tertipte kâfiriz” diyenler dâhi çıkabilmiştir. Bunların arasında âlim ve aydınlarımızın olması da pek mânidardır.
Günlük hayattaki iş ahlâkına ve her şeyin yerli yerinde olmasına bakıp aldanıyor muyuz? Önce yaşanmış iki olay.
Sudanlı sosyolog bir profesörden dinlemiştim. Yıllar önce kendisi İngiltere'ye doktora yapmak üzere yerleşmiş, sonra da hanımını yanına almış. Hanımefendinin Sudan dışına ilk çıkışıymış bu. Londra’ya ayak bastıktan sonra hocayı mahcup eden bir olay yaşamışlar. Yaşananı kısaca onun ağzından özetleyeyim:
Hanımın ilk geldiği günlerdi, bir yere gitmek üzere otobüs durağına gittik. Az sonra otobüs gözüktü. Hanıma, bineceğimiz taşıt bu, dedim. Hanım, bu sözümü duyar duymaz otobüse doğru koşmaya başlamaz mı? Tabiî duraktaki herkeste ona bakmaya. İnsanlar giyim ve kuşamıyla kendilerinden farklı olan bu hanımın ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyorlar. Çok mahcup oldum. Benim hatamdı. Onu önceden bilgilendirip uyarmalıydım.
Efendim, Sudan'da otobüsler vaktinde gelmez. Bazen saatlerce bekleyebilirsin. Bu yüzden otobüs bekleyenlerin sayısı çok olur. Otobüs de uzaktan görününce araç beklemekten bir hâl olmuş ahali yer kapmak için koşuşturur. Bizim hanım da Sudan realitesini henüz üzerinden atamadığı için, bir ân, o psikoloji ile boşta bulunmuş ve bilinç altındaki refleksin yönlendirmesiyle otobüse doğru gayri ihtiyari yer kapmak üzere koşmuş bulundu.
Bu gayrî medeni kabul edilen davranışın sebebi hiç şüphesiz imkânsızlıktır. Peki, Batı insanındaki herkesin sırasını gözetmesindeki medenî duruşun sebebi nedir? Bu soruya bir açılım getirmek için yine aynı hocanın Londra’da ve yine otobüsle ilgili ikinci anekdotunu aktaralım.
Şöyle demişti: Londra'nın kalabalık bir mahallesinde insanlar alışageldik üzere işlerine gitmek için otobüs durağında sıraya girmiş bekliyorlar. Normalde vasıtalar her beş dakikada bir geliyor. Bu muntazam hâl günlük hayatın rütini. Ama o gün, otobüs, yarım saat geçmiş olmasına rağmen gelmemişti. Doğal olarak sıra kuyruğu uzamış ve insanlar işlerine geç kalmıştı.
Duraktakiler, yukarı semtte bir kaza olduğunu, bu yüzden tarafiğin tıkandığını ve otobüsün daha fazla gecikeceğini öğrenmişler. Böylece kalabalık arasında bir memnuniyetsizlik, bir homurdama bir şikâyet alıp yürümüş.
Herkes öfkesinden burnundan solumaya başlamış. Derken bir saat sonra otobüs uzaktan gözükmeye başlamış. İşte olan da tam o ânda olmuş.
Normalde sâkin, medenî, hak ve hukuka önem veren, ne zaman, nerede ve nasıl durmasını bilen bu insanlar bir saatlik gecikme yüzünden farklı bir kimliğe bürünmüşler. Kalabalık her zaman iltizam ettiği sırasını unutmuş, büyük çoğunluk otobüse doğru koşmaya başlamış.
Yer kapmak, ayakta da olsa otobüse binebilmek için büyük küçüğü, genç yaşlıyı, erkek kadını ezip geçiyormuş.
Sosyoloğumuz, işte diyor, o zaman anladım ki Batı'nın sâhip olduğu nizam medenilikten çok sistemle alakalıdır. Bizim sorunumuz ise sistemsizlik. Zira bir saatlik otobüs gecikmesi bu insanların davranışını tam tersine çevirebiliyor. Oysa bu bizimkilerin yaşam tarzı. Buna rağmen küçükler yaşlılara, erkekler kadınlara yer verir.
Bu iki anı ve ondan üretilen yorumu çok anlamlı bulmuştum. Şüphesiz, medenîlik hâli iyi bir sistemi elbette gerekli kılar. Ama iyi bir sistem her zaman iyi bir medeniyeti ifade etmez.
Tarihte, maddî doyumda ve maddî üretimde zirveye ulaşmış nice toplumlar içine yuvarlandıkları değersizlikler girdabında yok olup gitmişlerdir. Dünyevî kaygıların, şehevî arzu ve isteklerin maneviyata galabe çaldığı toplumlar uzun soluklu yürüyemez, çabuk yorulurlar.
Bir medeniyetin uzun ömürlü olması madde ve mâna arasındaki dengeyi kurmasıyla mümkündür. Temeli tekniğe, planlamaya dayalı Batı medeniyeti bu meyanda bir çıkmazdadır.