Huntington 'medeniyetler çatışması' diye bir tez üretti, derken 11 Eylül oldu ve kültürler arası farklılıklar mutlak surette bir tehdidi ve kaygıyı işaret eden politik argümanlara dönüştüler.
Postmodernizmin sunduğu pembe tablo da gerçekçi değildi, farklı kültür ile karşılaşma, onunla yaşama olgusu gül bahçesi vaat etmiyordu, ama lağım çukuru da değildi doğrusu.
Uçarı ve şenlikli yanlarıyla Dünya ve Desie, aslında tipik bir gençlik ve yol filmi. Fakat, muhafazakâr Müslüman kültür ile liberal Batılı hayat tarzı arasındaki asıl çelişkilere yaptığı vurgular o kadar akıllı ve şefkatli ki ona hafif tertip medeniyetler buluşması filmi desek yalan olmaz. Filmin o ağır ağdalı medeniyetler çatışması tezinin kriz dilini hayatın diline tercüme edip 'medeniyetler didişmesi'ne indirgemesi bile neresinden baksanız hoş.
Adını hikâyenin baş kahramanlarından alan filmin Dünya'sı, mütevazi, sakin, iki susup bir konuşan, ailesinin önem verdiği değerlere göre yaşayan, güzel Faslı bir genç kız. Desie ise değer yargılarından çok günübirlik heveslerine göre hareket eden, epey aktif bir cinsel hayatı olan, kuaförde çalışan, sorumluluk almaktan çok hoşlanmayan ama bu arada Dünya ile olan dostluğuna da çok önem veren, neşeli, içten tipik bir 'teenager'. Gerek kültürel gerekse karakter açısından bu kadar farklı iki kişinin nasıl bu denli sıkı fıkı olabildiğini bilmiyoruz; fakat bu kısım bir çelişkiye tekabül etmiyor. Zira kültürlerde de, karakterlerde de, zıt kutupların birbirini çekmesi hikâyesi, boş bir klişe değil. Önemli olan Dünya ve Desie'nin birbirini çekmesi değil, önemli olan bu iki genç kızın bu süreçte kendileri kalarak dostluklarını devam ettirip ettiremeyecekleri, mühim sınavları başarıyla geçip geçemeyecekleri.
Dünya ile Desie arasında ait oldukları kültürlere nispet eden en önemli çatışma hemen tahmin edilebileceği gibi seküler dünya görüşünün cinsellik stratejisiyle, Müslüman muhafazakâr kültürün cinselliği evlilik bünyesine hasreden aile stratejisi. Dünya'nın ailesi Desie'den hiç hoşlanmıyor. Desie'nin beden dili bile Dünya'nın ailesini ürkütmekte. Fakat yine de Desie'ye karşı kabalaşmıyorlar, 'idare etme' ve medeniliğin gerektirdiği faydalı ikiyüzlülükten nasiplenmiş durumdalar. Derken Dünya'nın kuzeniyle evlenmesi ve bu nedenle Fas'a gitmesi söz konusu oluyor. Hamile kalan ve çocuğunun babası tarafından 'biz ciddi değildik ki..' şeklinde kibarca (ve hunharca) püskürtülen Desie ise Fas'ta yaşadığını öğrendiği babasını bulmak üzere Dünya'nın peşinden Morocco'ya geliyor. Doğu ile Batı arasındaki dengesiz aşk nefret ilişkisi, Dünya ile Desie'nin hayatını ve dostluğunu her kavşakta belirliyor. Ama onlar, gençliklerinin de verdiği masumiyetle; ancak gençlerin ve çok yaşlıların sahip olduğu zayıf hafıza lüksüyle, sorun çözmekte mahirler. Ailelerin, cemaatlerin, toplumların, kültürlerin ve medeniyetlerin keskin yol ayrımları olabilir ama hemen altta başka bir şey daha akmaktadır, dostlukla inşa edilen kişiselliğin tarihi.
Son derece hareketli olan filmden çıkacak bereket şu ki, senarist Robert Alberdingk Thijm hikâyeyi yazarken 'Doğulu kadınlar eziliyor, Batılı kadınlar mutlu' ezberine de sahici bir darbe indiriyor. Desie'nin bağlanma-terk edilme korkuları, genç yaşta babasız çocuk sahibi olma gibi sorunları Dünya'nın aile kararıyla kuzenine verilmek istenmesinden daha basit sorunlar değil. Dünya güzeli Dünya'ya kuzenden bozma sünepe bir damat adayını layık görmenin adaletsizliğine de dikkat çeken film, bu üzücü anı dramatize etmeyip mizaha bulayarak saygılı bir yerde hizalanıyor yine de. Öte yandan Desie'nin kendisinin de annesinin de anneannesinin de, üç nesil boyunca üç kadının, istenmeyen bebek olarak 'kazayla' dünyaya gelmiş olmalarının da, pek normal sayılamayacağını gayet açık resmediyor film.
Keyifle izlenebilir diyorum. Tekdüze bir dünya olmadığını, dünya üzerinde ne kadar iklim varsa o kadar 'çatışma' ihtimali olduğunu ancak bu tuzaklara düşmemek için de bir o kadar çok sebep olduğunu bu kadar eğlenceli bir dille ve hikâyeyle anlatabiliyor olduğu için...
Zaman