Medeniyetler arası ilişkide ana sorunlar


     Hani bir anekdot vardır:

    Adamın birisinin çocuğunu yılan sokmuş ve çocuk ölmüş, yılan da bir deliğe kaçmış. Adam da yılanı tam deliğe girmeden yakalamış ve kuyruğunu kesmiş.

    Sonra yılan adama seslenmiş. "Gel dost olalım" demiş.

    Adam düşünmüş, taşınmış ve cevap vermiş:

    -Bende bu evlat acısı, sende de kuyruk acısı oldukça dost olamayız.

    Bu anekdotu niye hatırladım:

    İspanya'da devam etmekte olan Medeniyetler İttifakı Forumu sebebiyle...

    Malum, Medeniyetler arası Diyalog çalışmalarında Başbakan Erdoğan ile İspanya Başbakanı Zapatero eş-başkanlık yapıyor.

    İlişkileri de gayet iyi gidiyor.

    Endülüs ikliminde, içinde siyasetçi, bilim ve düşünce adamı ve sanatçıların yer aldığı 350 kişinin iştiraki ile bir forum yapılıyor.

    Türkiye -AB ilişkilerinde de Ak Parti söylemi, medeniyetler arası ittifaka vurgu yaparak ilerlemek istiyor.

    Dinler arası diyalog çalışmalarının bir ayağı da medeniyetler arası iletişimi öngörüyor.

    Aslında, dünya küçük bir köy halini aldı, hemen tüm toplumlar, dinler ve kültürler açısından karma bir nitelik kazanmaya başladı. En azından turizm, toplumları ve kültürleri iç içe geçirdi. Onun için, asgari düzeyde bile olsa, bir barış iklimine ihtiyaç var. Bunu küresel nitelik kazanan ekonomik yapılar da zorluyor. Ayrıca iletişim imkanları, her kültürden insanın, başka kültürlere uzanmasına imkan sağlıyor.

    Peki ama, evlat acısı – kuyruk acısı anekdotunu hatırlamak niye?

    Şunun için:

    Dünyada hala bir İslamofobya gerçeği var.

    Misyonerlik faaliyetleri toplumları tedirgin ediyor.

    Sömürgecilik hareketi, yeni boyutlar kazanarak sürüyor.

    Batı uygarlığı hala kendisini hakim uygarlık, hatta son uygarlık olarak görüyor ve bunu empoze etmeye çalışıyor. 

    Dünya, zenginler ve fakirler arasında gittikçe daha derinleşen bir uçurumla bölünüyor ve gitgide bu da bir uygarlık ayrımı haline geliyor. Özellikle "Güçlüler"in dünyasını Batılıların oluşturduğu bir çağda...

    Şu saydığımız gerçekler, Medeniyetler İttifakı görüşmelerinde çözülmesi gerekli sorunlar olarak sıralanıyor. Ve çözülmesi de kolay görünmüyor.

    Medeniyetler İttifakı söyleminin, İslam dünyası cenahında sözcü konumunda görünen Türkiye, bu işte en etkili olmasını beklediği alanda,  yani AB ile ilişkilerde sorun yaşıyor.

    "Müslüman Türkiye" gerçeği, Avrupa ve genelde Batı için önemli bulunuyor. Önemli çünkü, İslam coğrafyası ile bir ucu sömürge çağlarına uzanan ilişkide "Türkiyesiz olmaz" kanaati hakim. Ama Türkiye'nin aynı Müslüman karakteri, AB ile daha iç içe bir ilişkide sorun olarak telakki ediliyor. Orada "Medeniyetler ittifakı" değil, "Medeniyetler ayrımı" devreye giriyor.

    Öte yanda Avrupa toplumlarında İslam'a ilgi arttıkça, İslam karşıtlığının düşmanlık boyutuna varan şekli de artıyor. Avrupa, böyle durumlarda, İslam ülkelerindeki en aykırı, İslam'a en karşıt tipleri idol haline getirmek ve İslam'ı onunla vurmak gibi bir yolu izliyor. 

    İslamofobya, kimi zaman cepheden İslam karşıtlığı biçiminde, kimi zaman Müslüman toplumlara yönelik dışlayıcılık biçiminde ortaya çıkıyor. Öyle ki, hangi zamanda nasıl bir sağ – sol kroşe yiyeceğinizi bilmediğiniz bir Batı dünyası söz konusu önünüzde.

    Sonra Misyonerlik büyük paralar desteğinde sürüyor. Zaman zaman Hristiyan grupların bile, farklı mezheplere adam kazanma sebebiyle rahatsız oldukları bir hadisede, Müslüman toplumların rahatsız olmamasını beklemek gerçekçi olmaz. Bununla birlikte, kabul etmek gerekir ki herhangi bir dinin tebliğinin önünü almak mümkün değildir. İslam adına da tebliğler yapılacaktır. Sorun nerede? Sorun, Hristiyan misyonerliği hareketinin kimi büyük devletlerin himayesinde, sömürgecilikle iç içe yürümesinde ve bunun hala böyle sürüyor olmasında...

    Bir şey daha: Bu misyoner hareketlerinin geçmişte gayrı- müslim azınlıkların ayrılıkçı örgütlenmesinde rol almış olması, özellikle Türkiye gibi ülkelerde bir bilinç altı gerçeklik olarak duruyor ve tepki oluşturuyor.  

    Son olarak, Medeniyetler İttifakı gibi bir şeyin, uygarlık iddiası açısından eşit iki oluşum arasındaki ilişkiyi anlatması lazımdır. Yoksa, birisi kendisini Son uygarlık, Tarihin sonu gibi gören, ötekine de uygarlık iddiasının ispatı için imkan tanındığı gibi bir durum, gerçek bir ittifakı getirmez. Şu an, İslam – Batı uygarlıkları arasındaki ilişkide, böyle bir görüntü gözleniyor. Hatta Batı uygarlığı, diğer tüm uygarlıklara karşı böyle bir tekebbür halini yansıtıyor. Buna bir de, Batı'nın elinde bulundurduğu mali ve teknolojik imkanlar eklendiğinde, dünyanın bütün alanlarında, belki misyonerlikten çok daha dönüştürücü bir kültür abanması gerçekleşiyor. Bir noktada tüm dünya, çocuklarını Batı'nın kültürel abanması karşısında savunma hissiyatı içine giriyor.

    Bu kültürel hegemonya insanları korkutuyor, çünkü bizzat Batı'da ortaya çıkan uyuşturucu, şiddet, cinsel savrulma gibi insani sorunlar korkutucu boyutlarda.

    Belki Batı uygarlığı için sarsıcı bir medeniyet hamlesine ihtiyaç olduğu düşünülebilir.

    Diyelim bir Kızılderili, obasından, beyaz adamı "Dünyayı mahvetme" diye uyaracak. Erdemin sözcülüğünü bir Kızılderili yapacak. Ya da kara derili... Ya da Ortadoğu'nun Müslüman siması...

    Onun için medeniyetler ittifakı hareketinin, evlat acısı – kuyruk acısı denkleminden çıkması ve bir yeni evrensel insani arayış haline gelmesi lazımdır. 

    Belki de herkesin el yordamı ile aradığı şey odur.

    Burada da en önemli sorun, İslam adına gerçek bir temsilin devrede olmasıdır. Dilerim bu mümkün olur.