Meclis'in görüşeceği başörtüsü değildir


 
Bir demokraside hakların uygulanmasına da yasakların ilanına da parlamentolar karar verir. Toplumsal gerçeklikler, alışkanlıklar, gelenek, inanç, gelecek tasarımları, dünyayla ilişkiler vs. hesaba katılır ya bir yasak ya da bir özgürlük için hukuk oluşturulur. Demokrasi olmanın gereği budur. Kaynağını yasadan almayan hiçbir yasak da kabul edilemez.

Başörtüsü yasağı ise, Türkiye'ye siyaset dışı süreçlerin, parlamento iradesinin dışındaki faktörlerin hediye ettiği bir meselenin adıdır. Ne TBMM böyle bir karar almıştır, ne de yasağı emreden herhangi bir yasal düzenleme söz konusudur. TBMM böyle bir yasak koymuş olsaydı; açıkça üniversitelere başörtüsü/türban ile girilemeyeceğini kanunlaştırmış olsaydı yasağın en azından kanuniliğinden söz edilebilirdi. Elbette hiçbir dönem Meclis'i buna cesaret edemezdi ve zaten böylesi bir yasak hukuki de olmazdı ama hiç olmazsa yasakçıların elinde bir dayanak olurdu. Şimdi böyle bir dayanak yoktur...

Ne vardır? Kaynağını, 'laikçi cephe'nin Türkiye tasarımlarından, vehimlerinden ve tek tipçi toplum hayallerinden alan bir dayatma var.

Partilerin kapatıldığı, insanların siyaset yasaklısı yapıldığı, Meclis'in baskı altına alındığı 28 Şubat, bugünkü yasağın son on yıldaki uygulamalarının hukukudur! O güne kadar yasak böylesine acımasız uygulanmıyordu ve ülkenin gündeminde yer işgal etmiyordu. 28 Şubat hukukunu, alkışlı brifingler eşliğinde kimlerin dikte ettirdiği de malumdur.

Yani, yıllar içinde bütün üniteleriyle tasfiye edilmiş olmasına rağmen; bizatihi kendisi hukuksuz ve anti-demokratik olan bir sürecin yasağı egemenliğini sürdürmektedir. Siyasetteki, bürokrasideki, iş dünyasındaki ve hatta nisbeten medyadaki unsurları bertaraf edilmiş bir anlayış bütün ülkeyi gerginliğe ve huzursuzluğa sürükleyen yasağı hálá dayatıyor. Tablonun özeti budur.

Meclis, bugün görüşeceği anayasa değişikliğini neticelendirirse kendisi dışında oluşan bir egemenliğe son vermiş olacaktır. Kural koyucunun kendisi olduğunu, topluma karşı sorumluluğun kendisine ait olduğunu ilan edecektir. Konu sadece, başörtüsü meselesinin acilden daha acil hale gelmiş olan çözümünü sağlamaktan öte, Meclis'in gasp edilen hakkının iadesini sağlamaktır.

Son dönem tartışmalar da bunun ne denli elzem olduğunu gösteren sayısız örneği üretmiştir.

Ortadan iki parçaya bölünen rektörlerin yasakçı kanatta kalanları başörtüsüne reddiye bildirisiyle aslında, üniversite kampüslerini kendi iktidar alanları olarak ilan ettiler.

Yargı adına bildirilerin özünde ve genelinde yapılan şey, parlamentonun yasama yetkisini tanımamaktır. Dünyanın hiçbir demokrasisinde hiçbir kurum buna cesaret edemez oysa...

22 Temmuz'a kadar yaşanan süreçte insanları meydanlara taşıyan, ülkenin felaketin eşiğinde bulunduğu, rejimin elden gitmekte olduğu iddialarıyla eşi görülmemiş bir karmaşaya imza atan paramiliter güçler ve paralel örgütleri ise gemi tamamen azıya almışlardır. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı, 'Bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye'de olması mümkün değildir' diyebilmektedir.

Artık deşifre olan ve ülkedeki her değişime aynı ezberle karşı çıkmayı alışkanlık haline getiren bir ittifakla karşı karşıyayız. Avrupa Birliği, özelleştirme, 301, demokratikleşme, dini inançların serbestliği, yabancı sermaye... Hepsine karşı aynı toptancı itiraz, aynı direnç ve aynı cümleler... İrtica, laiklik, rejim, bağımsızlık vs.

Bugün başörtüsüne karşı çıkanlar aslında başörtüsünden öte bir hedefi gözetiyorlar. Laiklik, rejim ve irtica korkusuyla süslenmiş her cümle, 'millete rağmen devlet'i koruma gayretinin izlerini taşımaktadır.

Soru da budur. Devlete milleti dahil etmek mi, eskisi gibi ona devlet buyruğunu dayatmak mı?

Meclis, bu sorunun cevabını verecek.
 
 
Kaynak: Star