Ayşe Hür'ün derlediği bilgilere göre, "Türkiye-Suriye sınırında yaklaşık 615 bin, Türkiye-Irak sınırında 75 bin, Türkiye-İran sınırında 192 bin, Türkiye-Ermenistan sınırında 22 bin olmak üzere sınır boylarında yaklaşık 900 bin kara mayını döşeli bulunuyor. PKK'nin döşediği mayınları da unutmayalım. Ancak, hiç değinilmeyen konu hiçbir yabancı ülkeye sınırı olmayan Tunceli, Bingöl, Diyarbakır, Batman, Bitlis ve Siirt'te de mayın döşeli olması. Bu bölgelerdeki mayın sayısının da 20 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Dünyada kendi halkına karşı mayın döşeyen bir başka devlet var mı acaba? Öte yandan depolarda bekleyen 2,5 milyon mayını da eklersek, Türkiye tam bir mayın cenneti" (Taraf, 29 Mayıs 2009)
İHD verilerine göre;
2002 - 2008 DÖNEMİNDE MAYIN ve SAHİPSİZ BOMBA PATLAMASI SONUCU ÖLEN ve YARALANANLARA İLİŞKİN BİLANÇO
YIL ÖLEN YARALANAN
2002 35 ölü 72 yaralı
2003 20 ölü 50 yaralı
2004 59 ölü 139 yaralı
2005 70 ölü 161 yaralı
2006 40 ölü 138 yaralı
2007 14 ölü 69 yaralı
2008 28 ölü 55 yaralı
Toplam 266 ölü 684 yaralı
Not: Mayın patlaması sonucu 2007 yılında ölen 29 asker ve 104 yaralı asker ile 2008 yılında ölen 43 asker ve 95 yaralı asker bu bilançoya dâhil değildir.
Ayrıca Türkiye'nin altına imza attığı Ottwa anlaşmasına gereğince söz konusu mayınları 2014 yılına kadar temizlemesi gerektiğini biliyoruz.
Bu rakamlar ve bilgiler mayınların bir önce temizlenmesinde sadece "yarar" değil, "zaruret" olduğunu gösteriyor. Günlerce kamuoyunda tartışılan ve sonra Meclis'ten geçen maşyınlı arazileri temizlemeye ilişkin yasa –geçtiği haliyle- kimseyi tatmin etmedi.
Geçtiği şekliyle yasaya bakıldığında, iş eninde sonunda söz konusu arazinin bir yabancı firmaya verilmesi sürecini öngördüğünü gösteriyor. Bu da insanın içini çürüten önemli bir noktadır.
Burada üzerinde durulması gereken iki önemli nokta var: Biri, mevcut yasalar ve hukuki mevzuat dahilinde bu işlemi yürütmek mümkünken, neden Suriye sınırındaki mayınları temisleme işi için ayrı bir yasa çıkartılıyor? Genel olarak bu tür düzenlemelerin kamuoyunun yeterince farkına varmadığı "başka amaçları" ihtiva ettiği düşünülüyor.
İkincisi, Türkiye'de Genelkurmay veya özel şirketler söz konusu mayınlı araziyi temizleyebilme imkanlarına sahip değiller mi ki, yeni bir ihale yasasıyla yabancı bir ülkeye ait şirket veya firmaya ihale ediliyor? Bu konuda hepimizin zihnini meşgül eden iki önemli açıklama yapıldı. Bunlara bakalım:
1.Dünya Bülteni'ndeki geçen yazımda belirttiğim üzere 1956 yılında bu bölgeye ilk mayınları yerleştiren Kemal Güner ismindeki emekli bir askerin mayınları temizleyebileceğini söylüyor. Güner'in açıklamalarına Başbakan R. Tayyip Erdoğan sert eleştirilerde bulundu "Ve adam oturduğun yerde otur" dedi. Başbakan'ın niçin bu kadar sert, fevri ve hırçın tepki verdiğini anlayamadık. Ama daha önemlisi Genelkurmay'ın Güner'in verdiği bilgileri yalanlayan herhangi bir açıklamada bulunmamış olması. Bu, acaba sükut ikrardan gelir kabilinden mi?
2. Kemal Güner'den başka Türkiye'de bu işi yapabileceğini açıklayan bazı firma yetkililerinin ortaya çıkıp yine ilginç açıklamalar yapması dikkat çekti. Firma yetkilileri, "Metrekaresi 1 dolardan bu hizmeti verebileceklerini, tarım arazisi kiralayan hiçbir mayın temizleme firması tanımadıklarını" söylüyorlar. Elektronik ve savunma sanayi sektörlerinde faaliyet gösteren Türk firması Dünya Prestij Limited'in Genel Müdürü Ali İhsan Ulusoy 5 yıl önce tartışılan bölgede TSK'nın ihalesine girip bölgeyi mayınlardan temizlemek istediklerini belirterek, şöyle konuştu:
"510 kilometre uzunluğunda olan Türkiye-Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesinin ne kadar zaman alacağı tamamen bölgeyi temizleyecek olan firmanın kaç kişiyle bu işi gerçekleştireceğine bağlıdır. 200 kişilik uzman bir ekiple bu bölgeye girerseniz 8 ayda temizlersiniz. 4-5 kişilik küçük bir grupla girerseniz yıllar sürebilir. Mayınları temizlemek için birbirinden farklı zırhlı araçlar kullanabilir ya da aralarında en az 50 metre mesafe olacak şekilde insan unsurunu devreye sokabilir ve detektörlü tarama yapabilirsiniz. Ben TSK'nın aynı bölgedeki mayın temizleme ihalesi için Almanya'dan 60 bin Euro'ya bir mayın temizleme aracı getirmiştim. Bu araçla 2-5 metre arasında tarama yapabilen bu aracın yanı sıra 5 metre önünde büyük dedektörlerin olduğu ya da ön ucundaki zincirle toprağı döverek giden farklı tipte mayın temizleme araçları da mevcut."
Ulusoy, Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı alanın temizlenmesi için metre kare başına 1 ila 3 dolar arasında bir fiyat belirlendiğini iddia ediyor: "Türkiye'de bizimle beraber en az 5 firma daha o bölgedeki mayınları metrekaresini 1 dolardan temizlemeye hazır. Yetkililer 500 milyon dolar tutacağını söylüyor ancak bir bu işi yaklaşık 216 milyon dolara 2 yıl içinde bitiririz. Bu işlemin ardından NAMSA bölgede incelemelerde bulunup, alanın yüzde kaçının mayınlardan temizlendiğini ve güvenliğini raporlar. Ben bugüne kadar mayınlardan arıtılmış alanın tarımsal amaçlarla kullanılması için mayınları temizleyen firmaya kiralandığını hiç duymadım. Bölgeyi bilirim. Türkiye'nin Suriye sınırındaki 510 kilometre uzunluğundaki alanın en çok 200 kilometrelik şerit tarıma elverişlidir. O bölgede metre kare başına 2 dolara bırakın mayın temizlemeyi köylüden doğrudan tarım alanı satın alırsınız."
Kilis'te 38 dönümlük arazideki mayın temizleme ihalesini kazanan Alman Tauber firması Genel Müdürü Sıddık Özdemir ise 2008 yılında Mardin'de 216 dönümlük arazide 341 mayını 26 günde temizlediklerini söylüyor. Özdemir 170 bin TL teklif verdikleri ihale sonrası bölgeyi 10 gün içinde mayınlardan temizleyeceklerini söylüyor. Hükümetin ileri sürdüğü metrekare başına 8-14 dolarlık fiyatın çok yüksek olduğunu söyleyen Özdemir'e göre "Arazi büyüdükçe fiyat düşer. Biz Nusaybin'de 38 dönümlük arazinin metrekaresini 1.65 Euro'ya temizlemiştik. Arazi iki katına çıksaydı fiyat 1.40 Euro olurdu" diyor.
45 yıllık mayın tecrübesiyle Almanya'nın Berlin ve Hamburg kentlerinden 2 dünya savaşında atılmış 500 kiloluk bombaları topladıklarını belirten Özdemir 2012 yılına kadar Suriye sınırını tamamen mayınlardan arındırabileceğini iddia ediyor. Tarım ile mayın çıkarma işinin birbirinden ayrılması gerektiğini söyleyen Özdemir, "Toprağı işleme işine siz karışmayın, toprağa zarar vermeksizin mayını temizleyin yeter, derlerse, başımız üstüne. Teklifimiz umduklarından çok daha cazip olur." (Vatan, 2 Haziran 2009.)
Başbakan, konuyla ilgili endişelerini dile getiren ve söz konusu yasayı eleştirenlere sert çıkarak "İsrail'i işin içine nereden kattınız?" diy soruyor. Şundan katıldı:
a) İsrail'in bu işle ilgilendiği kimsenin meçhulu değil. İsrail'in Ankara Büyükelçisi bunu gizleme ihtiyacını hissetmiyor. Ayrıca yasa tasarısının oylamaya sunulacağı gün, TBMM'ye ani bir baskın düzenledi, özellikle "muhalif CHP'li milletvekilleri"yle görüştü.
b) Dünyada bu işi yaptığı bilinen belli başlı firmalarin tamamının İsrail firması veya İsrail'le bağlantılı firmalar olduğuna ilişkin güvenilir bilgiler var. Yasalaştığı şekliyle prosedür takip edilecekse, yani son aşamada iş yabancı bir firmaya ihale edilme aşamasına gelirse, bu firmalardan biri ihaleyi alacaktır.
c) Dahası NATO'ya bağlı NAMSA'nın dahi bu kapsamda ele alınabileceğini düşünüp kaygılarını ifade edenler vardır.
Bu yasayı eleştirenler haklıdır, hiçbir zaman paranoid veya komplocu olarak nitelenirilemezler. Çünkü 380 metre genişliğinde, 510 veya 540 km uzunluğunda ve 44 yıllığına verilecek arazi üzerinde sözüm ona organic tarım yapacak ülke,
1) Suriye'yi kuzeyden kontrol edecektir;
2) Irak'ı ve Irak Kürdistan Bölgesel yönetimin tepesine dikilecektir;
3) İran'ı tepeden gözetleme imkanını elde edecektir;
4) Güneydoğu'da hassas konumda bulunan etnik yapımızın 44 sene boyunca, yani İsrail'in faaliyet gösterdiği bunca zaman içinde nasıl bir yöne evrileceğini bugünden kestirmek güçtür;
5) 44 sene bu toprağa yerleşecek olan İsrail'i buradan çıkartmak belki mümkün olmayacaktr. Bir bakmışsınız çocuklarımız ve torunlarımız "ikinci bir Filistin dramı"nı yaşamaya başlamıştır;
6) Straetjik değeri dışında bu toprağın kendisinin son derece verimli, altının da petrol ve doğalgaz yataklarıyla dolu olduğu iddia edilmektedir.
Hükümetin tabii ki kötü niyetinden şüphe etmiyoruz. Ama her ne olursa olsun, kamuoyu bu konuda çok dikkatli ve uyanık olmak durumundadır. Bu konu hükümetin inisiyatifine bırakılmayacak kadar önemlidir. Bir gaflet bize ve bölge ülkelerine çok pahalıya mal olabilir. Çocuklarımız ve torunlarımız bu konuda yeterli tepkiyi vermediğimiz için bizden hesap sorabilir.