Maskeli Balo'nun Sonu ve Osmanlı Misyonu (mu?)

Hissiyatlar düzleminden hassasiyetler düzlemine geçemediğimiz sürece, maskelerimizle vuruşma ilkelliğini devam ettirmekten, dolayısıyla Davos'ta yaşanan gerçek şeyi bir kez daha maskelemekten başka bir şey yapmış ol/a/mayacağımızı idrak edebilecek düzeyde değil bu ülkenin elitokrasisi.

Oysa Davos'ta yaşananlara hissiyatlar düzleminin aklımızı, zihnimizi, beynimizi körleştiren, kötürümleştiren, hatta köleleştiren yaralı bilincini hassasiyetler düzlemine çıkarak yarma cesareti gösterebilirsek karşımızda şaşırtıcı bir tablonun beliriverdiğini göreceğiz. Davos'ta tanık olduğumuz şey, aslında maskelerin düşmesi; bugüne kadar yaşadığımız şeyin ise, bizi, iddialarımızı yok olmanın eşiğine getiren ayartıcı bir maskeli balo olduğu gerçeğinin gün ışığına çıkmasıdır. Yani, yeni bir dünyanın kurulmakta olduğunun ve yeni bir dünyanın gelişinin ayak sesleridir.

İnönü'nün, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra "Amerikan kampı"na "girerken" söylediği sözü hepimiz iyi biliriz de, İnönü'nün sözünün bizi ne kadar hiçleştirdiğini, pasifize ettiğini, figüran konumuna ittiğini bir türlü düşün/e/meyiz nedense.

Evet, ne demişti İnönü: "Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de orada yerini alır." Peki, ne demekti bu? Elbette ki, Osmanlı'nın durdurulması ve tarihten çekilmesi sonucunu doğuran Lozan Anlaşması'ndan sonra, bizim tarih kurucu değil, tarihi kuranların taşeronu yani figüranlık rolünü kabul ettiğimizin ikinci kez tescil edilmesiydi.

Yani, Osmanlı'yı çökerten emperyalist güçlerin Türkiye'yi daha doğmadan boğabilecekleri korkusu üzerine benimsediğimiz bir tarihten çekilme girişimiydi. Artık Türkiye'nin, medeniyet ve tarih kurucu iddialarından vazgeçerek maskelerle, maskeli balo vaziyetlerinde kaybolarak varlığını sürdürmeye karar verdiğinin bir kez daha ilanıydı.

Sömürgeci ve emperyalist Batı uygarlığının önündeki hem en büyük direnç kaynağı, hem de bütün farklılıklara hayat hakkı tanıyabilen tek kuşatıcı ve kucaklayıcı medeniyet paradigmasına sahip yegâne "alternatif" güç olan Osmanlı'nın durdurulmasından sonra Türkiye'nin elitokrasisi ve entelijansiyası, Batılı sömürgecilerin sömürgeleştiremedikleri ama sömürgeleştirdiklerinde yapmaya bile cesaret edemeyecekleri tarih ve medeniyet kurucu iddialarımızı terk etmek, hatta yok etmek gibi bir kendi kendine intihar cinayetini işlemekte bir sakınca bile görmediler bugüne kadar.

Burada sorulması gereken yakıcı sorular var: Eğer Batılıların Türkiye'yi sömürgeleştirdiklerinde uygulayacakları, bizi iddialarımızdan uzaklaştırma projesini bizzat kendi ellerimizle uygulayacak idiysek, neden Batılılara karşı bağımsızlık savaşı verdik acaba? Peki, Türkiye, verdiği bağımsızlık savaşıyla diğer "ulus"lara örneklik ve öncülük etmedi mi? Elbette etti. Bu, inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Ama Türkiye, hem bağımsızlık savaşı vermekle, hem de bağımsızlık savaşı verdiği emperyalistlerin seküler iddialarını benimseyerek kendi tarih kurucu medeniyet iddialarını terketmeye kalkışmakla, dünya tarihinde, hiçbir ülkenin yapmadığı bir şeyi de yapmış oldu: Kendi ayağına kurşun sıkmış oldu.

Ama geldiğimiz noktada, adaletin ve hakkaniyetin yegâne kalesi ve insanlığın son adası olarak kabul edilen Osmanlı misyonu ve ruhunun, Türkiye'nin yabancılaşmış, yolunu şaşırmış elitlerinin olanca şiddetiyle bastırma girişimlerine rağmen yok edilemeyeceği gün gibi ortaya çıkmıştır: İşte Davos'ta bizim daha düne kadar vilayetlerimiz olan Ortadoğu coğrafyasının çeşitli bölgelerinde yaşanan sorunlara sadece ve bütün içtenliğimizle bizim sahip çıkabileceğimizi, dolayısıyla Osmanlı misyonunun ve ruhunun her hâl ve şartta adaletin ve asaletin yegâne adı, adresi ve kaynağı olduğu bütün dünyaya gösterilmiştir.

Başbakan Erdoğan'ın şımarık Şimon Peres'e vurduğu "siyasî tokat", esaslı bir "Osmanlı tokadı"dır ve hem Yahudilerin ve Batılıların, hem de maskeli balo vaziyetleriyle Batılıların figüranı rollerini oynayarak Türkiye'nin tarih kurucu rolünü yok etmeye çalışan monşerlerin ve avânelerinin maskelerini düşürmüş ve Türkiye'nin içine sürüklendiği maskeli balo vaziyetlerini ifşa etmiştir bu "tokat".

Burada asıl yakıcı soru şu: Birkaç aydan, hatta birkaç yıldan bu yana yaşadığımız dramatik hâdiselerin son perdesini oluşturan bu hâdise, Türkiye'yi tarih'te tatile çıkaran maskeli balo vaziyetlerinin sonu ve yeniden kurulan dünyanın şekillendirilmesinde kilit rol oynamamızı mümkün kılabilecek medeniyet iddiamızın bir başka adı olan Osmanlı ruhu ve misyonunun dünya tarihinin kurulmasında yeni şekillerde yeniden hayata ve harekete geçirilmesinin bir başlangıcı mı acaba?

Yeni Şafak