Hukukta baskı altında ifade vermek diye bir olgu vardır. Bir vatandaş, çeşitli zorlayıcı sebeplerle, bildiğini olduğu gibi değil olması istendiği gibi açıklar. Bu ifadebelli bir amaçla kullanılır. Vatandaş daha sonra, uygun bir ortam sağlandığında verdiği ifadeleri reddedebilir. Baskı altında alındığını iddia edebilir.
Türk dış politikasının bugünlerdeki halini düşününce nedense aklıma bunlar geliyor. Öyle görünüyor kiuluslararası politika yapıcıları, Türk dış politikası yapıcılarını markaja almış durumdalar. Bunun yeni bir durum olmadığını söyleyebilirsiniz. Dış politikanın zaten bu markajlara dayandığını söyleyebilirsiniz. Ama bugünlerde sanıyorum yaman bir durumla karşı karşıyayız. Irak ve Suriye ile ilgili bir tezkere meclisten onay aldı. Bir komşu ülkeye müdahale söz konusu olduğunda bu bizim için her zaman çok önemli bir risk unsurudur.
Batı öncülüğündeki “koalisyonun” saldırılarına bir bakın. İnsanların alnında İŞİD yazmıyor ki. Uzaklardan bombaları yağdırıyorlar. Birtakım hedefleri vurduklarını söylüyorlar. Bilgisayar oyunları gibi bul ve yok et faaliyeti içindeler. Sivil yerleşim alanında bakıyorsunuz dumanlar çıkıyor. İŞİD karargahı vuruldu diyorlar. Böyle bir güç gösterisi içinde Türkiye’nin yer alması çok ayrı bir anlam taşır.Türkiye’nin NATO üyesi olmasından, AB üyesi adayı olmasından kaynaklanan bir konumu ve statüsü var. Bundan kaynaklanan beklentiler ve yükümlülükler var. Elbette onlara göre bir duruş bulmak zorunda. Fakat unutmayalım ki Ortadoğu halklarının Türkiye’ye özel bir bakışı vardır. Batı dünyasının rahatsız olduğu bir bakış. Ve unutmayalım ki Suriye’de, Irak’ta yüzbinlerce insan ölürken Batı dünyasının kılı kıpırdamadı. Sivil kayıplardan dolayı üzüntülerini ifade edip seyrettiler. “Tarafları” siyasi çözüme davet ettiler.
Şimdi ise İŞİD adı verilen ve nasıl ortaya çıktığı bilinmeyen örgüt karşısında en üst düzeyde alarma geçmiş durumdalar. İŞİD Esed’den daha çok mu sivil öldürüyor? Bölgedeki modern demokratik toplum yapılarına, sivil yerleşimlere daha fazla mı zarar veriyor? Bunu söylemek gayet zor. Birtakım sembolik infazlarda bulunuyor. Adeta dünya çapında bir “terörist” algısı oluşturuyor. Bir yandan da gerek İslam ülkeleri, gerekse Müslüman nüfusa sahip olan Batı ülkelerinin liderleri İslam’ın terörizmle bir tutulamayacağını açıklayıp duruyorlar. Oluşturulan ittifak, İslam dünyasına “sadakatini ispatlama” fırsatı olarak sunuluyor.
Türkiye açısından bakarsak, Ortadoğu ile ilgili kendi gündemini ve yöntemlerini oluşturmaya çalışırken şimdi dayatılan bir gündem ve yönteme doğru sürüklenmek isteniyor. Türk dış politikasının bunun farkında olduğu bellidir. Fakat böyle bir durumda nasıl adım atılabileceği ayrı bir konudur. Türkiye başından beri Esed zulmüne karşı çıkıyor. Bir tampon bölge oluşturmayı savunuyor. Fakat Batı dünyası ısrarla Esed sistemine müdahale anlamına gelecek adımlardan kaçınıyor. Çünkü Esed’in düşmesi halinde demokratik düzlemde olabilecekleri tahmin ediyor.
Rusya’nın Kırım’ı ilhakı, Ukrayna’da süren gerilim, bu ülkeyi sınırlarına çekilmeye zorlamış olmalıdır.Batı ittifakı ise, Kırım’da ve Ukrayna’da bozulan imajını Suriye ve Irak’ta düzeltme çabasında. Malum, başta Obama olmak üzere AB ülkeleri Ukrayna’daki gelişmeler karşısında pasif kalmakla suçlanmıştı. Şimdi Obama ve adamları, serbest ve risksiz bir şekilde savaş oyuncaklarını kullanarak çizilen karizmalarını parlatmaya çalışıyor. Öyle görünüyor ki önce kendilerine adeta Holywood yapımı bir düşman hedef oluşturdular. Bunlar karalar giyinerek birtakım semboller kullanıyorlar. Ve batı dünyasındaki İslam imajına uygun yöntemlerle adam öldürüyorlar. Boğazını keserek bir adamın öldürülmesini kim tasvip eder? Hiç kimse. Peki modern imha silahlarıyla bir anda bin kişiyi öldürsek? Aradaki fark, yöntem değil taraflardır. Öldürülenlerin kim olduğu çok önemlidir. Suriye’de Esed silahlarıyla 250 bin kişi öldü. Şehirler yerle bir oldu. Ama onlar Suriye halkıydı. Gazze’de 2000 kişi öldü. Çoğu sivildi. Binlerce kişi yaralı, evsiz, dul, sakat, vesaire. Ama onlar Gazze’liydi. ABD Birleşmiş Milletlerde kınama kararına bile engel oldu.
Bütün bunlardan sonra İŞİD adı verilen örgütün yükselişini, yayılmasını İslam dünyası şaşkınlıkla izledi. Ve belli ki onu yok edecekler. Kitle imha silahlarına sahip olduğu söylenen Saddam’ı kitle imha silahlarıyla yok ettikleri gibi. Muhtemelen kurtarıcı rolüyle Kuzey Irak ve Suriye işlerini bir yoluna koyacaklar. Bu ortamda Dış politikamızın tüm dengeleri koruyarak yürütülmesinin çetinler çetini bir iş olduğunu vurgulamak istiyorum.