Uzun yıllardır Amerika'da New York'ta yaşayan bir tanıdığım var, kendine ait bir işi bulunan bir Türk. Orada da bir limuzin servisi işletiyor. Her milletten müşterileri var ama galiba en çok da Türklere hizmet veriyor, ben dahil pek çok kişinin havaalanı transferlerini o ve şirketinin elemanları yapıyor.
En son yılbaşı öncesinde ailecek New York'a gittik, bizi yine o aldı. Yol boyu da sohbet ediyoruz. Eskiden onun şirketinde çalışan ortak bir tanıdığımıza konu geldi, o da bir limuzin şirketi kurmuştu ve şimdi konuştuğum tanıdığımın şirketinde çalışırken tanıdığı müşterileri teker teker arıyor, kendisiyle çalışmaya davet ediyordu.
Bu, gurbette tutunmaya çalışan başka milletlerin göçmenlerinde nasıldır bilmiyorum ama bana tipik bir Türk davranışı gibi geldi. Örnekler de biliyorum, bir Türk bir bakkal dükkânı mı açtı, hemen onun karşısında açılan bakkal dükkânının sahibi de Türk'tür nedense. Aynı şey lokantalar için de, dönerciler için de geçerlidir.
Yurtdışında yaşayanlar daha iyi bilir, dayanışma duygusu, ortak paydada birleşip ayrılıkları kenara saklayarak ortak çıkar için birlikte hareket etme duygusu bizde nedense çok kuvvetli değildir.
Amerika'da veya dünyanın başka bir yerinde 'Türk lobisi' olmamasından şikâyet edildiğini duyarız hep, bence bunun sebebi de anlatmaya çalıştığım milli hasletimiz. Amerika'da hepsi de öncelikle birbirinin gözünü oymaya çalışan dört tane Türk örgütü vardı bir zamanlar. Almanya'da da durum aynı.
Neden bu hikâyeleri anlatıyorum?
Son birkaç ayda bir hayli hızlanan yepyeni bir tartışma yaşıyoruz. Bu tartışmanın iki nedeni var: 1. Adalet ve Kalkınma Partisi aleyhinde açılan kapatma davası; 2. Ergenekon soruşturması.
Bu iki konu çok doğrudan olmasa da, çok temel bir nedenle birbirine bağlı. O bağ, Türkiye'de demokrasinin varlığı ve geleceğiyle ilgili.
Daha mart ayında, AKP hakkında kapatma davası açıldıktan bir-iki gün sonra yazdığım bir yazının başlığı şuydu: "Gel de AKP'yi eleştir şimdi."
Hâlâ aynı pozisyondayım. Bu partiye yönelik her eleştirinin, en masum sayılabilecek konu olan OKS sınavı konusunda getirilecek eleştirinin bile, partinin kapatma davasındaki konumunu etkilemesinden endişe ediyorum.
Ediyorum, çünkü, kapatma davasıyla, elimizdeki demokratik platformun önümüzden kaçırıldığına inanıyorum.
Kapatma davasının iddianamesi vicdanları tatmin ediyor, daha az kanatıyor olsaydı belki böyle düşünmezdim ama daha önce defalarca yazdım bunu, iddianame bana göre tek bir delil bile içermiyor, sadece kanaatlerden oluşuyor ve mahkemenin de esasen kanaatlere göre karar vermesi bekleniyor.
Oysa benim bildiğim kanaatlere veya karinelere dayalı bir 'yargılama' ancak seçim sandığında seçmenler tarafından yapılabilir. Yani seçmen geçmişte kötülük ettiğine veya gelecekte iyilik yapmayacağına/yapamayacağına inandığı partiye veya adaya oy vermez, oyunu daha olumlu düşünceler taşıdığı parti veya adaydan yana kullanır.
Ergenekon soruşturması da, bana göre en geniş anlamıyla, seçmenin sandıkta kullanması gereken iradesini çalmaya çalışan kişilerin soruşturulması. Herhalde bu hafta savcılar iddianameyi mahkemeye sunacak ve dava açılacak, o zaman umuyorum bu söylediğimi daha net görebileceğiz.
Şimdi hal böyleyken ve Türkiye'de demokrasinin geleceği üzerindeki şüphelerden söz ederken, herhalde hepimizin değilse de çoğumuzun ortak paydası demokrasi.
Bu aşamada, biz medya mahallesinde oturanlar birbirimizle kavga edeceğimize, bu ortak paydamız üzerinden bir dayanışma içine girsek ve kendi ayrılıklarımızı, farklılıklarımızı hiç unutmadan ama kısa süreliğine kenara koyup demokrasinin geleceği için ortak hareket etsek ne olur sanki?
Şunu da söylememe izin verin: Ortada gerçek bir demokratik platform, gerçek bir zemin varsa ancak bizim ayrılıklarımızın da bir anlamı olabilir. Bu zemin yoksa, ayrılıklarımız da anlamsız.
Haa yok amacımız üzüm yemek değil de bağcıyı dövmekse, o zaman onu da bilelim.
Kaynak: Radikal