Mahalle baskısına karşı ikinci baskı

"Konuş lan, yoksa buradan cesedin çıkar!.."

Cemil Meriç'in ifadesiyle, "Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı", akıl hastanesinde "Düşünen Adam" heykelinin bulunduğu şirin ve sevimli ülkemizde konuşmak için ille de düşünmek gerekmiyor.

Düşünmek, harbiden külfet, dahası netameli.

En iyisi, düşünceye hava parası, depozit ödemeden biteviye konuşmak.

Konuşmak güzel şey; lakin öyle her kafadan ayrı ses çıkmasından kimse hazzetmez.

Çünkü, hem toplum huzuru sağlanamaz, hem 11'e 11 maç yapılabilemez.

İyisi mi, takımlar halinde konuşmak: Sağ - Sol, Laik - İslamcı, Ulusalcı - Liberal…

Takımlar halinde konuşmanın avantajı saymakla bitmez. Her şeyden önce, daha heyecanlı ve anlaşılırdır. Kafa karışıklığına neden olmaz.

Takımlar halinde konuşmakta esas olan yenmektir; iletişim-anlamak-anlaşılmak gibi kelimeler cüruftan ibarettir.

Hadi, lafın düzünü edelim:

Takımlar halinde konuşunca, gerektiğinde "balans ayarı" yapmak için tasnif zorluğu yaşanmaz; herkesin yeri bellidir nasılsa.

Her takım, kendi gettosuna uygun diller dökmeye koyulur.

Mevzu ne olursa olsun; "türban sorunu", AB, "mahalle baskısı", YÖK, "anayasa" ve Malezya, hiç fark etmez.

Hazır lafın sırası gelmişken, Havel'in "Şeytanın Çelmesi" adlı oyunundan, Fıstula'nın repliğine yer vermenin tam vaktidir:

"Sayın bayım, gerçek sadece ne düşündüğünüze değil, onu niçin, kime, hangi koşullar altında söylediğinize de bağlıdır."

Biz bir adım daha ileri gidelim:

Mühim olan, ne söylediğinden çok hangi takım veya getto adına söylediğindir.

Leonardo da Vinci usta, "Son Akşam Yemeği" adlı tablosunda Luka İncili'nin ilgili yerini resmeder. Masadakilerden hiçbirine ait olmayan bir el yer alır tabloda. Fazladan bıçak ilave edilmiştir.

Bıçaklı gizli el, korku ve gerilimin simgesidir.

Hakikat çarmıha gerildikten sonra, müstebit Yahuda olmuş, "derin devlet" olmuş, "amiral gemisi" olmuş, "gizli el" olmuş, şu olmuş bu olmuş, ne fark eder!

Gizli elin istediği, korku ve gerilimin vizyonda kalmasıdır.

Toplum içinde irtibatın bittiği; hakikatin, takımların mevzi kazanmasına kurban edildiği yerde, gettolaşma başlamış demektir.

Yazık ki yazık; takımlar halinde konuşmanın sonu budur!

Artık her gettonun köşe yazarı, sineması, romanı, ayranı-köftesi kendinedir.

Hakikat, vehimle yer değiştirmeye başlayınca da, "gizli el" zevkten dört köşe olur; yetinmek nedir bilmez. İster ki, daha da harlı yansın ateş; toplumun bütün irtibat telleri berhava olsun.

Böylece, sürgit yaşanan figüran bir korkudur gettolarda.

Korktuğu; suyun hidrolizini birlikte öğrendiği sıra arkadaşı, balkonuna çamaşır astığı komşusudur.

Medya da habire odun taşır ateşe.

Hitchcock, "Rebecca" filminde, kahramanlarından Danvers'in, gerilimi oluşturmak için hiç yürümediğini anlatır:

"Yürüseydi insanileşirdi..."

Yürümenin durduğu yerde, herkes birbirinin "Danvers"idir.

Gizli elin maksadı hasıl olur böylece. 'Bisiklet durunca devrilir zaten.'

Yürümek, Cadde-i Kebir'de volta atmak değildir.

Yürümek, yürünülen çevrenin rengine boyanıp başkalaşmak hiç değildir.

Yürümek, bir gönüle girmek, bir gönülü fethetmektir.

Söz gelip, merhum İlhami Çiçek'in "Satranç Dersleri"ne dayanmıştır:

"Yürümenin dışındaki bütün eylemlerin adı kaçış, kaçış, kaçıştır."

Not: İslamcı, ulusalcı, milliyetçi, liberal köşe yazarlarından ilk 11'ler kurmak son günlerin modası galiba. Ne diyelim, zeki ve çevik olan kazansın; ama, ahlaklı olan da hepten ezilmesin. Yukarda okuduğunuz yazı, takımlar halinde 'konuşmanın', bir bakıma, 'ahlakî' boyutuna değiniyor. Daha önce Yeni Şafak'ta (21/12/2005) yayımladığım, yazmaya yeni başladığım için de, pek dönüp bakıldığını sanmadığım bu yazının (minnacık birkaç kelime değişikliği yaparak) ikinci baskısını, bütün takımlarımıza ithaf ediyor, hayırlı ve bol kazançlar diliyorum.

 

Kaynak: Yeni Şafak