Mahalle baskısı... Hilton gitti, kavga bitti!

Daha birkaç gün önce, kampanyanın sebebinin "mahalle baskısı" değil, "Hilton baskısı" olabileceğini yazmıştım...

Öyle ya; "nüfusunun yüzde 99'u Müslüman" bir ülkede, hiçbir "mütedeyyin" insanın, "laikçi yaşama tarzı"nı benimseyen hiçbir insana baskı yaptığı filan yoktu... Olamazdı da... Tam aksine, "azgın laikçiler"in baskısı vardı ve bu baskı, giderek tırmanıyordu... Sizin anlayacağınız, "azgın azınlık"ların baskısı, hemen her yerde "tahammül sınırları"nı zorlayarak devam ediyordu... Hem de "yargısız infaz" ve "linç" derecesinde!.. Vakit'te, bunun çeşitli örneklerini okudunuz... Ama "laikçi bağnazlığın" hangi seviyelere geldiğini göstermesi açısından, soyadı bende mahfuz Gülbahar adlı okurumuzun şu yazdıklarını sizlerle paylaşmak istiyorum...

 

ÇARŞAFLI KADIN ARABA KULLANINCA!

 

Buyrun, Gülbahar'ın anlattıklarını birlikte okuyalım:

"İstanbul'da yaşıyoruz. Annem çarşaflıdır ve bir yıldır araba kullanıyor... İlk olay geçen ay oldu. Işıklarda beklerken, annem yaşlarında başı açık ve dar giyimli bir bayan yanımızdan oğlu ile geçerken camımın açık olduğuna dahi bakmadan şöyle dedi:

"Ayy, işte şunlar gibilerini de gördükçe utanıyorum!.. Hah hah hah!"

Tabii, ben kalakaldım... Sesim titreyerek birkaç kelime diyebildiysem, ancak...

Annem sakindir... Üzülmeyip, öfkelenmemem gerektiğini söyledi bana; "Belki de çekememiştir" dedi.

Bu olay geçti gitti.

Geçenlerde Maltepe-Kızılay şubesinde annemin kontrolü vardı. Sabah saatlerinde; sokaklarında kokana kokan semtte arabayı park ediyordu annem. Bu arada bir BMW marka araç durdu, anneme bakarak iğrenir gibi konuşarak bir şeyler söyledi. Hemen camı açtım, "Ne var, ne diyorsun, ne oldu?" gibi sorular sormaya başladım... Dinlemeden bastı gitti...

Eve dönüyoruz, yine ışıklarda yavaşladı annem... Kırmızıyı bekleyecek... Camım açık ve duyabileceğinden şüphe etmeyen, zannımca kendini aydın(!) gören, giyinmekten çok soyunmak için giyinmiş iki bayandan şunları duydum:

"Aaaaaa!.. Bak bakkk!.. Karaaa şey araba sürüyooo... Şoföre bakkkk!.. Kara çarşaff!.. Kara böcekkk!.. Hahh!.. Hahhh, ha!"

Evet sevgili Hasan Karakaya abim, ne oluyor anlamıyorum. Bunların kim kuyruğuna bastı da bu kadar çığırtkanca üstümüze saldırıyorlar?..

Din düşmanlığının adı çağdaş yaşam, zorbalığın adı laiklik, aydınlığın adı soyunukluk mu oldu?"

 

TAM BİR YAHUDİ TAKTİĞİ

 

Alın size "mahalle baskısı"nın dik alâsı!.. Alın size "laikçi taciz"in feriştahı!..

Düşünün ki;

Bu baskıları yaşayan Gülbahar adlı genç kız, henüz "20 yaşında"dır!..

Gencecik yüreğinde "fırtına"lar ve "deprem"ler yaşayan bu genç kıza, daha şimdiden bu "travma"ları yaşatmaya kimin hakkı var?..

Toplumu böylesine "kamplara" bölüp, insanları birbirine "düşman" etmeye yeltenenler, "halk düşmanı" ve "vatan haini" değilse, nedir?..

Hiç ar, haya, namus ve utanmaları yok ki; hem toplumu "kamp"lara bölmeye çalışıyorlar, hem de hiç sıkılmadan, "dinci"(!)lerin Türkiye'yi "laik Müslümanlar" ve "dinci Müslümanlar" diyerek ikiye ayırdıklarını ileri sürüyorlar!..

İşte bu "zeytinyağı gibi üste çıkma" taktiğine söyleyecek sözüm yoktur!.. İşte bu "Yahudi mantığı"na pes derim!.. İşte bu "OrosBushluk" karşısında kanım donar, boğazım düğümlenir ve konuşamam!..

Bu ayrımı "dinci"(!)lerin yaptığını söylemek, tek kelimeyle "alçaklık"tır, "şerefsizlik"tir, "kahpelik"tir!..

Çünkü, "mahalle baskısı" kavramını ortaya atıp "Malezyalaşmak" korkusunu pompalayanlar "dinci"(!)ler değil, "laikçi despotlar"dır, "mahallenin laikçi kabadayıları"dır!..

İşin tuhaf tarafı; bu baskının ve kampanyanın "rejim elden gidiyor" havasında sunulmasıdır!..

Gerçekten "elden giden" bir şey var mıdır?..

Hayır!..

Ne "rejim" elden gidiyor, ne de Türkiye!..

Her şey yerli yerinde!..

O halde bu "mahalle baskısı" paranoyalarının esbab-ı mucibesi ne?..

Dedim ya; bu "mahalle baskısı" kampanyalarının temelinde veya perde arkasında "Hilton baskısı" var!..

Geçenlerde, "Mahalle baskısı altında acaba hükümete Hilton baskısı mı yapıyorlar?" diye sormuş ve bu manşetlerin "hükümete mesaj" amaçlı olduğunu ifade etmiştim...

 

İLK REJİM KRİZİ(!) POAŞ'TAN!

 

Enteresan değil mi?.. Önceki gün de "Haber 7.com"daki köşesinde aynı konuya Ünal Tanık temas etmiş...

Tabii, "daha tafsilatlı" olarak...

Buyrun Ünal Tanık'ın yazısını birlikte okuyalım:

"Ünlü işadamı Aydın Doğan'ın, hükümetten bir şey koparmayı kafasına koyduğunda, Türkiye'de Cumhuriyet rejimi hep tehlikeye giriyor.

Aslında biz bunun bir benzerini 1997'de görmüştük. 28 Şubat'ı yakından incelediğinizde bir noktayı çok net görürsünüz.

Ülkenin içine sürüklendiği fırtına, 40 milyar doların bankalar eliyle iç edilmesine kılıf uydurmaktan başka şey değildi.

O kadar gerilere gitmeyeceğim. Bu yıldan üç örnek vereceğim.

Sabah Gazetesi, Aralık ayının son haftasında; "Cumhuriyet tarihinin en büyük vergi kaçağı ortaya çıktı. Bir süre önce özelleştirilen kamu devinin birleşme operasyonu ile 1.2 milyar YTL'yi aşkın vergiyi ödemediği tespit edildi" diye manşetten bir haber verdi.

Doğan medyası, bu haberi önce görmezden geldi. Ancak, Sabah haberi devam ettirip, içini de doldurmaya başlayınca Doğan cephesinde işler sarpa sardı. Aydın Doğan, rakibi Sabah'ı bırakıp hükümetin yaklaşımını algılamaya çalıştı. Tavrını ondan sonra netleştirdi.

Görüşmeler aylar sürdü. Maliye Bakanlığı, 1.2 milyar YTL'lik vergi borcunu tahsile hazırlanınca Türkiye'de rejim tehlikeye girmeye(!) başladı.

 Cumhuriyet rejimi, "ha yıkıldı, ha yıkılacak" tehlikesi yaşadı.

Neyse ki, 10 Mayıs 2007'de Maliye Bakanlığı Petrol Ofisi'nin borçlarını, 1.2 milyar YTL'den 275 milyon liraya indirdi de rejim yıkılma tehlikesinden kurtuldu.

Bildiğiniz gibi, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin çıkmaza girdiği günlerde yaşanan rejim krizi, Aydın Doğan'ın borç indirimi ile birlikte sona erdi. Üstelik, gündeme gelen erken seçimlerde, Doğan medyası, AK Parti'ye rüyasında görse inanmayacağı bir destek sağladı.

 

SON REJİM KRİZİNİN SEBEBİ!

 

Türkiye, iki haftadır yeniden rejim krizine girdi. Cumuriyet rejimi, geçtiğimiz ayın son haftasında yeniden rejim sıtmasına tutuldu. Rejimi tehlikeye atan ise Anıtlar Yüksek Kurulu'nun aldığı bir karar oldu.

Anıtlar Yüksek Kurulu'nun aldığı kararla Aydın Doğan'ın Hilton projesi suya düştü. Hilton'a 254 milyon dolar ödeyen Aydın Doğan'ın amacının otelcilik olmadığını herkes biliyordu. Zaten Doğan'ın da bunu gizlemesi söz konusu değildi.

Aydın Doğan, Hilton arazisine iş ve alışveriş merkezleri, yaşam merkezleri inşa edecekti. Burada inşaat izni binde 7 idi. Buna göre ancak 43 bin metrekare inşaat yapılabilecekti.

Oysa Doğan, burada en az 230 bin metrekare inşaat yapmayı planlamıştı.

Buna ilişkin plan tadilat önce Şişli Belediyesi'ne kabul ettirildi. Ardından Anıtlar Yüksek Kurulu, "buraya tek bir metrekare ilave inşaat yapamazsın" deyince kıyamet koptu.

Türkiye, birdenbire "mahalle baskısı"nı, "Malezyalılaşmayı" tartışmaya başladı. Kelli ferli adamlar, "cambaza bak cambaza" diye sırıtanları görmezden gelerek "Malezyalılaşmayı" konuştu.

"Acaba seneye mi Malezya gibi olacağız, yoksa maazallah gelecek yıla kalmadan başımıza böyle bir şey gelebilir mi idi?"

Aydın Doğan'ın sabip olduğu medya bir taraftan toplumun ağzına bir sakız verirken, bir taraftan da perde arkasında görüşmeler devam etti. Bir de baktık ki geçtiğimiz hafta sonu, Büyükşehir Belediyesi'nin Bayındırlık ve İmar Komisyonu'nda plan tadilatı, Aydın Doğan'ın istediği gibi çıktı.

5'i AK Partili 9 kişilik komisyon, Aydın Doğan'ın istediği tadilatı aynen geçirdi ve inşaat izni 5 kat artarak 43 bin metrekareden 238 bin metrekareye yükseldi.

Böylece Aydın Doğan'ın Hilton arazisinden elde ettiği rant, 450 milyon dolardan 2.5 milyar dolara ulaşıyor.

(...)

Doğan Grubu, bu proje daha hayata geçmeye başladığı gün Türkiye'nin en zengini olacak. Çünkü, bu inşaatı yapmak için bir finans ayırmasına gerek yok.

Daha maket üzerinde iken bütün projeyi nakde çevirebilir. Bunu yapmasının önünde de bir engel kalmadı. AK Parti Hükümeti artık bir süre rahat bir nefes alabilir. Yarından başlayarak rejimin tehlikeyi atlattığına emin olabilirsiniz.

Ama ilanihaye değil. Bir süreliğine…

Aydın Doğan'ın hükümetten bir talebi daha oluncaya kadar.

 

ÜÇÜNCÜ REJİM KRİZİ AKFIRAT'TAN

 

Türkiye'nin önüne bir süre sonra bir rejim krizi daha gelecek. Cumhuriyet rejiminin ne zaman krize gireceğini bilmiyorum. Ama hangi konudan çıkacağını biliyorum.

Formula 1 yarışlarının yapıldığı Akfırat Köyü'nün çevresinde orman arazisi sayılan yerde Aydın Doğan çok büyük bir arazi aldı. Buraya 2400 ultra lüks villa yapmak istiyor.

Hükümet, bunun önünde bir engel çıkarmaya çalışırsa, buranın orman arazisi olduğu gibi "eften püften bahaneler" öne sürmeye kalkarsa, rejim yeniden tehlikeye girecek. Yeniden bir sebep bulup irtica tehlikesini konuşacağız, uzmanlar bulup tartışacağız.

Bekleyin göreceksiniz.

Ne güzel iş değil mi? Elindeki "medya gücü"nü kullanarak, hükümeti ve ülkeyi istediğin yöne sürükleyip taleplerine bir bir ulaşıyorsun.

Gözünü sevdiğimin demokrasisi."

 

BUNU, BİRİLERİNE NASIL ANLATSAK!

 

Evet, Ünal Tanık'ın yazısı böyle...

Demek ki neymiş;

Türkiye'de "rejim" demek, "Aydın Doğan'ın menfaatleri" demekmiş!..

Ne zaman Aydın Doğan'ın menfaatleri "kriz"e girse, ona bağlı olarak da "rejim" krize giriyormuş!..

Benim, kalbime "stent" taktırıp, damarları açtırarak "kalp krizi" riskini şimdilik atlattığım gibi, Türkiye de "Hilton projesi"nin onaylanmasıyla, şimdilik "rejim krizi"ni atlatmış görünüyor!..

Ama, ne zamana kadar?!?

Ünal Tanık'ın ifadesiyle;

"Akfırat projesi start alıncaya kadar!"

Siz siz olun, bir "kriz" lâfı duyduğunuzda, hemen "rejim"e dikkat kesilmeyin!..

Korkmayın, bu ülkede "rejim"e hiçbir şey olmaz!. Krize giren rejim değil, "Aydın Doğan'ın menfaatleri"dir ki; onu da "mahalle baskısı"(!) ile hallediyorlar işte!..

Tıpkı "POAŞ'ın vergi indirimi"nde, tıpkı "Hilton'un imara açılması"nda hallettikleri ve tıpkı Akfırat'ta da halledecekleri gibi!..

Pardon, "rejim krizi" mi dediniz?!?

Geçti beyler, geçti!..

Hilton gitti; "kriz" bitti!..

Şimdi, bütün mesele; bunu "azgın laikçiler"e duyurabilmekte!..

Bu ebleh ve şapşallara; "Cumhuriyet rejimi veya laikliğe" değil, aslında "Aydın Doğan'ın çıkarları"na hizmet ettiklerini birilerinin söylemesi lazım!..

Ki, Gülbahar'lara boşu boşuna saldırmasınlar!..

 

"Biz de Müslümanız" diyenler!

Zaman zaman, lâf "inanç" ve "iman" konusuna gelince, bazıları; "kendilerinin ne kadar inançlı olduğunu" ispat etme babında; "dedelerinin hoca, ninelerinin hacı, teyzelerinin hafız" olduğunu söylerler ve hepsi de "mezarda" olan büyüklerinin mezar taşlarına sığınıp, onlara sarılırlar!..

Tabiî; "Sen kalbime bak... Kalbim tertemizdir benim" demeyi de ihmal etmezler!..

Haa, bir de hafiften kafa tutarlar: "İslâm, hiç kimsenin tekelinde değil!.. Biz de, en az dinciler kadar Müslümanız!"

Eyvallah... Hiç kimsenin Müslümanlığını elbette tartışmıyoruz... Ne mutlu "Müslümanım" diyene!.. "Ne mutlu" olmasına ne mutlu da, "Ben de Müslümanım" diyen bir insan, gazetesinin manşetinde "İftar vaktinde Allah'a emanet" diye başlık atar mı?..

Bir "Müslüman" hiç bilmez mi ki; bir insan; sadece "iftar vakti"nde değil, "her vakit, her saniye" Allah'a emanettir!..

"En cahil Müslüman" bile bunu bilir!..

"Kulluğun en basit kuralı"nı bile bilmeyenler, "Müslümanlıklarını" gözden geçirseler çok çok iyi olur!..

 

 

 

Kaynak: Vakit