Katrina kasırgasından tanıdığımız New Orleans şehrinin bağlı olduğu Louisiana eyaletinin başkenti Baton Rouge şehrinde bir konferans yapıldı geçen hafta.
Oldukça seviyeli 12 tebliğin sunulduğu ve soru-cevaplarla canlı müzakerelerin yapıldığı bu konferansın başlığı "Modern Dünyada İslam: Düşüncede ve Pratikte Gülen Hareketi" idi. Daha önce yapılan bu tür bir konferans sonrası yazdığım değerlendirme yazısında da ifade ettiğim gibi, Gülen hareketinin kendi eliyle kendini ameliyat masasına yatırdığı akademik seviyesi yüksek toplantılar olarak görüyorum ben bu konferansları. Akademik bağlamda sahasının uzmanı olan ve çalışma alanı olarak Gülen hareketini seçen kişiler gelip, hareket hakkında özgürce elde ettikleri düşüncelerini, özgür bir atmosferde, özgürce dile getiriyorlar. Olanı anlatıyor, olmaması gerekenleri ifade ediyor, daha iyi olmasının yollarını gösteriyorlar.
Bazı çevreler bu konferanslara "propaganda, hareketin kendini pazarlaması vs." diye yakıştırmalarda bulunuyor. İhtimal bu ve benzeri istikametteki düşüncelerini seslendirenler önyargılarının kurbanı, şartlanmışlıklarının esiri ve bir tek defa baştan sona böylesi bir programa katılmayan kişiler olsa gerek. Zaten bahsini ettiğimiz tenkitlerin hep ülkemizde belli kesimler tarafından seslendirilmesi bunu gösteriyor. Yeri geldiği için bir anekdot aktarayım: Geçenlerde Türkiye ve Gülen hareketi hakkında yazdığı bir kitap için yabancı birkaç doktora öğrencisi ile birlikte Türkiye'ye gelen profesör yaptığı araştırmalar sonucu şunları söylüyor: "Hocaefendi hakkında aleyhte konuşanların ortak özelliği Hocaefendi'nin bir tek kitabını bile baştan sona okumamış olmaları!" Her neyse, bu hamur çok su götürür. Şöyle bağlayalım isterseniz: Bizde ağzı olan herkes konuşuyor; söz konusu konferanslarda ise fikri olan herkes.
Gülen hareketinin Batı'ya uygulanabilirliği
Bir gün boyunca devam eden akademik bir konferansta yer alan tebliğlerin teker teker özetini yapmak hem beni, hem bu sütunların hacmini aşar, hem de yakında kitap olarak yayınlanacağı için gereksiz bir çaba. Bunun yerine Türk insanına direkt hitap edeceğini düşündüğüm, yabancıların gözüyle, diliyle onu kendisine anlatacak bazı nirengi noktaları aktarmaya gayret edeceğim.
Konferansta dikkatimi çeken en önemli tebliğlerden biri Humboldt Üniversitesi İngiliz dili ve edebiyatı profesörü Tom Gage'in, Gülen hareketinin diyalog çabalarını anlattığı tebliğdeki üslubu oldu. Gage, "Müslüman ve öteki" ilişkisini, özellikle Batı dünyası ile olan münasebetlerinin tarihî seyrini önce, "ne olur, ne oldu, ne oluyor ve ne olmalı?" sorularına verdiği cevaplar ekseninde bir zemine oturttu. Konunun daha iyi anlaşılması için Fenerbahçe-Samsunspor futbol maçı örneğini sundu. Genelde şampiyonluk yarışında hep ön sıralarda yer aldığı için Fenerbahçe'yi daha güçlü gören Gage; "Fenerbahçe yener", ne olur; "Fenerbahçe yenildi" ne oldu; "Fenerbahçe yenmeliydi". "Ne olmalı ve maç oynanırken uçak kazası haberi ile maç yayınının kesilmesini de ne oluyor?" sorularına cevap olarak verdi. Ardından bu yaklaşımı yukarıda ifade ettiğim Gülen hareketinin aktiviteleri bağlamında Müslüman-Batı dünyası ilişkilerine yansıttı, gözlem ve teorik bilgilerine dayanan yorumlarını yaptı. Diyarbakır, Elazığ ve Malatya'da Gülen hareketi ile alakalı araştırmalar yapmış Mark Webb'in tebliğinin sonunda kendine sorduğu bir soruya verdiği cevaplar Türk okuyucusunun dikkatini çekecek mahiyette. Kendisine sorduğu soru şuydu Webb'in: "Biz bütün insanlığa eğitim, diyalog ve yardım-iş eksenli çalışmaları ile hizmet veren Gülen hareketi modelini Batı'ya taşıyabilir miyiz?" Cevabı: "Evet ama birtakım engellerimiz var. Bir; biz genelde global düşünüyor ve Kızılhaç halletsin veya vergi veriyoruz, hükümet vergilerimizle oluşan hazinesi ile çözsün bu sorunu diyen bir mantığa, anlayışa sahibiz. Bunu aşmamız oldukça zor ve uzun zaman ister. Ama hareketteki insanlar böyle demiyor. Dünyanın neresinde olursa olsun, her türlü sorunu kendi sorunları kabul ediyor ve kendi çabaları ile çözmeye çalışıyor. İki; dünyanın dört bir yanına göndereceğimiz bu kadar adanmış öğretmen ve gönüllüyü nereden bulacağız? Bizde kendini mesleğine adamış bazı kişiler olabilir ama bunların sayısı alabildiğine azdır. Diyelim ki bulduk; bu ruhu nasıl devam ettireceğiz? Harekette çalışan kişiler bu ruhu dinlerinden alıyor ve bundan dolayı süreklilik arz ediyor. Batı dünyasında müntesiplerine bu ruhu, bu anlayışı kazandıracak bir inanç olduğu da söylenemez. Mesela ben 'agnostik'im. Bana bunu nasıl vereceksiniz? Pekala, çare ne diyeceksiniz? Haydi, deneyelim!"
Gerek tebliğ, gerekse soru-cevap bölümünde Türkiye gezisi hatıralarına yer veren ve bunlar üzerinden değerlendirme yapan bir başka panelist R. Peneskoviç idi. Onun "beni en çok etkileyen iki hadise" diye anlattığı şeyler, aslında bizim gündelik hayatta binlerce defa yaptığımız, dinî temeller üzerine oturan kültürümüze ait sıradan davranışlar. Birincisi; akşam yemeği için gittikleri bir evde, ailenin 9 yaşındaki çocuğunun gelip elini öpmesi. İkincisi ise, ev sahibinin, randevusuz evine misafir gelmesi durumunda 3 gün sorgusuz-sualsiz evinde kalabileceği, üç günden sonra "hayırdır, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorularını kendisine soracağını söylemesi. Evet; belki Anadolu insanı için çok şey ifade etmiyor olabilir bunlar ama bu kültürün, böylesi değerlerin yabancısı kişiler için çok şeyler ifade ettiği muhakkak.
Başta söyledim, her şeyi anlatmam hem beni, hem sütunların hacmini aşan hem de gereksiz bir çaba. Şununla bitireyim: Texsas'ın başkenti Austin'de 20 yıldır İslam üzerinde çalışma yapan Whitney Badman'a "Gülen hareketinin İslam dünyasına katkısı nedir?" diye sordular. Badman, tebliğinde Hocaefendi'nın takip edegeldiği metodolojinin ne Mevlânâ, ne mistisizim ne de başka şeylerle açıklanmasının mümkün olmadığını, bu konuda çeşitli mukayeselere girilmesinin onun metodunun anlaşılması ve açıklanmasına yardımcı olsa da ayniyet taşımadığı için yeterli izah olmayacağını anlatmış ve "Gülen'in kendine özgü metodolojisi var." diye bitirmişti. İlgi alanı İslam olduğu için olsa gerek, İslam dünyasına katkısı sorusuna verdiği cevap şu oldu: "Ne İslam dünyası? İnsanlığa demelisiniz. Ben size soruyorum, Madagaskar adalarında Fethullah Gülen'in ne işi var Allah aşkına?" Cevabı şöyle okumalısınız: "Gülen hareketi gönüllülerinin Madagaskar adalarında ne işi var?" Neden mi? Çünkü Hocaefendi Madagaskar adalarına hiç gitmedi ki!
Kaynak: Zaman