Lordlar Kamarası'ndan


İngiliz Parlamentosu'na girmek ne kadar kolaymış, şaşırdım doğrusu. Çantanız malum cihazdan geçiriliyor orada da, ama iki adım sonra içeridesiniz... Çıkarken, "Ben de oradaydım" diyebileyim, katıldığım etkinliği bakınca hatırlayabileyim diye, 'hediye mağazası'ndan bir anı-bardağı almadan edemedim.

Katıldığım etkinlik, bu hafta sonu Londra'da enine-boyuna masaya yatırılacak İslam Dünyası'nın dönüşüm sürecinde Fethullah Gülen ve hareketinin katkıları üzerine uluslararası bir konferans... Dr. İhsan Yılmaz'ın akademik sorumluluğunu üstlendiği bu konferansta, dünyanın dört bir köşesinden çok sayıda bilimadamının tebliğleri tartışılacak; evsahibi İngilizler de, uzaktan işittikleri bu 'yeni sesi' daha iyi anlamaya çalışacaklar.

Şimdiden dinlemeye başlamışlar aslında. 'Lord Mayor' diye anılan buranın en etkili eski yerel yöneticisi, birkaç ülkedeki okulları, bir üniversiteyi eşiyle birlikte ziyaret etmiş; Türkiye'ye gelmiş, konuyu bilenlerle tartışmış, Londra'daki eğitim kurumuna da uğramış... Hayranlık içerisinde anlattı karşılaştığı 'olayı'. Onu en fazla etkileyen, her ülkedeki okulda fark ettiği, 'aileyle elele eğitim anlayışı' olmuş... Dr. Harvey Marshall, "Bizdeki gibi, çocuğu okula bırakınca ailenin görevi bitmiyor, veliler bütünüyle eğitimin içinde yer alıyor" derken, ülkesinin 'Yüksek Öğretim Bakanı'nın gözünün içine bakıyordu.

Bu konuşmaları İngiliz Parlamentosu'nun Lordlar Kamarası bölümünde verilen davette dinledik. Lordlar Kamarası üyeleri, gerekli gördüklerinde, davet verebiliyor; bizi ağırlayan da Rotherham Lordu (Nazir) Ahmed'ti... 1998 yılında Kraliçe tarafından Lordlar Kamarası'nda temsil görevi verilen Nazir Ahmed Pakistan asıllı ve temsil görevini ciddiye alan biri. Salman Rushdie ile takışmaktan çekinmeyen, farklı görüş sahiplerini diğer Lordlar ile tanıştıran bir politikacı...

İlk oturumu Lordlar Kamarası'ndaki davetle yapılan toplantıya sunulacak tebliğlere bilimadamlarının aylardan beri hazırlandıkları anlaşılıyor. İlk günkü davette konuşan herkes, 'Gülen Hareketi' olgusunu yerinde görmek için Türkiye'ye gelmiş, okulların bulunduğu ülkelerin bazısını gezmiş, literatürü okumuş, insanlarla konuşmuş... Biri, "Biraz önce ekrana yansıyan birkaç okuldan ikisini gezdim; daha iki hafta önce Filipinler'deki okulu ziyaret etmiştim" dedi.

Filipinler'de ciddi bir karmaşa yaşanıyor; insanlar kaçırılıyor, baskınlar, suikastlar oluyor... Konuşmacı, "Bütün o karmaşa ortamında, birdenbire karşınıza 'Türk-Filipin Diyalog ve Hoşgörü Okulu' levhası çıkmıyor mu, müthiş rahatlıyorsunuz" derken etrafıma baktım, yabancı konuklar işittiklerini tasdik ediyordu.

Konuşmaları dinlerken, "Acaba yıllar önce ortaya attığım, sonradan küçük bir kitap halinde yayımlanan yazımdaki tez bir gün gerçekleşir mi?" düşüncesinin zihnime hücum etmesini engelleyemedim. Nobel Komitesi, 1979 yılı 'barış ödülü'nü Teresa Anne (Mother Theresa) diye bilinen rahibeye vermişti. Sebebi, Hindistan'da ilgiye muhtaç insanlara kendini vakfetmesiydi Arnavut asıllı rahibenin... Oysa, sadece bir ülkeye değil yüzden fazla ülkeye, din, kültür, ırk ayırımı gözetmeksizin eğitim faaliyetleri sunan bir harekete 'barış ödülü' yakışmaz mı?

'Nobel ödülü' beklentimin gerçekleşeceğinden eminim. Biraz da "Demiştim" diyebilmek için hareketin bilimsel etkinliklerini izlemeye gayret ediyorum. Her gittiğim etkinlikte dinlediklerim, her defasında daha çok sayıda bilimadamının olayı ciddiyetle incelemeye aldığı, siyaset adamlarının da olaydan ders çıkarmaya çalıştığı izlenimini bana veriyor.

İlk gün Lordlar Kamarası'ndaki davette kısa tutulmuş konuşmalardan da aynı izlenimi aldım.

İnsan önyargısız yaklaştığı zaman konuları daha iyi ele alabiliyor. Yabancı araştırmacılar, bir bölümü önyargı taşısa da, bizdeki bazılarının kara cehalet eşliğindeki takıntılarına sahip olmadıkları için, sonunda doğruya daha kolay erişebiliyorlar. Öyleleri, biraz gayretle, bizlerin bile tam kavrayamadığımız ayrıntıları fark edebiliyorlar.

Açılışta kısaca konuşan ABD Loyola Üniversitesi'nden Prof. Marcia Hermansen ufuk açıcı bir giriş yapmış oldu. 1970'li yıllarda İzmir'de başlayan Gülen Hareketi'nin önce orada, daha sonra Türkiye'nin başka illerinde geliştiğini, ardından Asya ile Afrika'da gürbüzleştiğini, şimdilerde Batı'ya da açılarak 'global bir proje' haline dönüştüğünü anlattı Prof. Hermansen. Ev ve dershanelerde başlayan bir hareket oluşu bakımından geleneksel ile çağdaşı barıştırdığının altını çizen de oydu.

Bakarsınız konferansın kendisi daha da ilginç geçebilir.


Kaynak: Yeni Şafak