Libya’da Kaddafi gidici, burası kesin. Ancak önemli olan nokta, Kaddafi sonrası dönemde ne olacağı. Bu soruya ne Libyalı devrimciler ne Kaddafi yanlıları ne de uluslararası camia tutarlı bir yanıt verebiliyor. Ülkede geleceğe ilişkin müthiş bir belirsizlik var. Muhalifler Kaddafi gitsin, gerisi bir şekilde halledilir havasındalar. Geleceğe ilişkin bu belirsizliğin muhtelif nedenleri var.
Birincisi, Libya, Mısır gibi barışçıl bir yönetim devrine imkan verecek kurumlara sahip değil. Kaddafi’nin çarpık ve hiç bir tutarlı bir çizgiye oturmayan İslam sosyalizmi uygulaması, Halk Cemahiriyesi sistemi ve sözde halk komiteleri eliyle ülkeyi yönetme hevesi ülkede siyasal ve sivil kurumların oluşmasına izin vermemiş. Sonuç, rejim ve halkın iki blok halinde karşı karşıya gelmesi, örgütsüz bir muhalefet ve kaçınılmaz bir şekilde zuhur eden muğlaklık.
İkinci neden, ülkede muhalefetin bölünmüş ve parçalanmış yapısı. Yıllar boyu Kaddafi yönetimi tarafından her türlü muhalif hareketin acımasızca bastırılması nedeniyle barışçıl bir muhalif yapı boy ver(e)memiş. Kaddafi’nin diyaloğa girebileceği muhalif grup bulunmuyor. Bir başka deyişle ülkedeki durumun iç savaşa sürüklenmesini engelleyici mekanizmalar Libya’da mevcut değil. Binaenaleyh, parçalanmışlık arz eden ve birbiriyle bağlantıları zayıf olan muhalefet guruplarının silahlı direnişten başka bir seçeneği bulunmuyor.
Libya’da halkla yönetim arasındaki ilişkileri, geri besleme sürecini sağlayacak sivil toplum kurumları ya da siyasi partilerin yokluğu, barışçıl bir şekilde başlayan gösterilerin zamanla silahlı mücadeleye dönüşmesine neden oluyor.
Üçüncü neden ise (şayet Libya’da bir siyasal sistemden bahsetmek mümkün ise) siyasal bağımsız bir yargı ve güçler arasındaki kuvvetler ayrılığının olmayışı, denetim misyonunu gerçekleştirecek bir yapının bulunmaması. Ülkedeki bütün kurumlar aslında Kaddafi’nin diktatörlüğünü daha da sağlamlaştırmak için ihdas edilmiş uydurma yapılar.Kendisi dışındaki her şeyi yok eden, ülkedeki bütün kurumları daha doğmadan boğan Kaddafi’nin bugün ülkedeki kaostan, el Kaide teröründen bahsetmesi, tutarlı görünmüyor.
Son değini ise, söz konusu kendi ülkeleri olduğunda bizim şartlarımız farklı diyen Arap ülkeleri liderlerine ilişkin. Devrim dalgası başladığında Mübarek de Kaddafi de Ali Abdullah Salih de Hamad Al Halife de Ürdün Kralı Abdullah da kendi ülke şartlarının farklı olduğunu, bu sürecin kendilerini etkilemeyeceğini söylüyordu. Bir kısmı aynı sonu paylaştılar, diğerleri de bekleyiş içerisinde. Bu tsunami dalgası kaçınılmaz bir şekilde bütün Ortadoğu ülkelerini etkileyecek. Türkiye’nin bile farklı şekillerde de olsa bu süreçten etkilenmeden çıkması mümkün görünmüyor.
Toplumsal dalgalanmalar böyledir. Saiki ya da dinamikleri ne olursa olsun birbirine benzer yapılar birbirinden etkilenir. Fransız ihtilali kıvılcımının bütün Avrupa ülkelerindeki kraliyet rejimlerine sıçrayarak, bölgedeki kraliyet rejimlerini gövdesini ateş topu sarmış devasa birer ağaç kütleleri gibi devirmesi, hatta toplumsal yapısı farklı tamamen olduğu halde Osmanlı devletinin bu ihtilalin ateşinden nasibini gecikmeli de olsa alması önemli bir örnektir. Aynı şey, 19. yüzyılda İtalya’da başlayıp hızla kuzeye doğru yayılarak Paris Komünü deneyimiyle sonuçlanan ayaklanma ve isyanlar dalgası için de söz konusudur.
***
Dikkat edilirse Ortadoğu devrimlerinin meydana geliş biçimini sadece ülkenin iç dinamikleri belirliyor. Kiminde toplumsal başkaldırı barışçıl gösteriler şeklinde tezahür ederken kiminde bu, silahlı direniş şeklinde tecelli ediyor. Ya da önce sivil gösterilerle başlayan protestolar zaman içerisinde biraz da hakim gücün sert tutumu ve gözünü kırpmadan yaptığı katliamlar nedeniyle silahlı mücadeleye dönüşebiliyor. İç dinamikler dediğimiz şey, devrimin keyfiyetini, süresini belirlemekle birlikte oluşumuna ilişkin aynı şeyi söylemek mümkün görünmüyor.. Zira, devrim olan ülkelere bakıldığında bu ülkelerde mevcut olan ortak noktaların diğer ülkelerde de bulunduğunu görüyoruz. Birinci ortak nokta, yolsuzluk, ikincisi mafyatik bir siyasal örgütlenme (buna hukukun üstünlüğü ilkesinin düzenli bir şekilde ihlali de diyebiliriz) üçüncüsü rejimlerin siyasi zekadan yoksun oluşu.
Bu ortak noktalar herhangi bir ülkede siyasal düzene isyan ve başkaldırı için yeterli nedenler.
Altı çizilmesi gereken bir başka husus ise Ortadoğu devrimleri ile ilgili olarak dış güçlerin etkisi meselesi. Batılı ülkeler bu ülkelerde şu güne kadar bir devrimin olmaması için ellerinden gelen çabayı harcadılar. Toplumsal bir ayaklanma olmaması için Arap halkları yıllardır baskılandı. Bu ülkelerin kendi modernliklerini üretmeleri, kendi demokrasi ya da özgürlük biçimlerini geliştirmeleri, doğal süreç içerisinde ekonomik gelişme kaydetmeleri sistematik biçimde engellendi.
Batılı ülkelerin kendi getirdikleri diktatörlüklerin gidişine karşı kayıtsız kalmaları, bu devrimlerde onların parmağı olduğu anlamına gelmez. Belki burada devrimler için iki farklı tehlikeden behsedilebilir. Çizgisi ne olursa olsun herhangi bir otoriter ideolojinin ipleri eline alması ve devrimin sadece bir kesimin kontrolüne girerek eski yapıya tekrar geri dönülmesi. Bu mafyatik veya oligarşik, yolsuzlukçu, rantiyer bir devlet yapısıyla da mümkün, katı ideolojik bir çizgiyle de. İkincisi ise, uğruna yüzlerce insanın can verdiği; özgürlüğün, liberal batılı demokrasiyle harmanlanmış kapitalist ekonomik yapıyla aynileştirilmesi ve toplumun sıradan birer tüketim toplumu haline getirilmesi anlamına geliyor. Bu nokta müstakil bir yazı konusu olacağından şimdilik bu kadarıyla yetinmek durumundayız.