Libya, Mısır mı olur Güney Afrika mı?

Önceleri bütün dikkatler Mısır devrimine çevrilmişti. Mısırlı devrimcilerin bir model deneyim kuracakları veya totaliter rejimlerine karşı reform isteyen tüm halkların umutlarını bitirecekleri yönünde bir düşünce hâkimdi. Fakat Mısır deneyiminin, hedeflerine ulaşmasını geciktirecek süreçlere kaydığı görüldü. Kendi şartları içinde çok kolay olmasına rağmen, bu deneyim pek de teşvik edici olmadı. Zira Mısır rejimi, hatırı sayılır bir direniş olmadan düşmüş, Mısır ordusu işleri kontrol alına almak ve göstericileri desteklemek için müdahalede bulunmuştu. ABD ise devrimi tanımakta gecikmedi. Bütün bu etkenler Yemen, Suriye ve hatta Tunus gibi tutuşan ülkelerden hiçbirinde gerçekleşmedi.

Mısır’da devrim hüsranı
Mısır’daki devrim hâlâ amacından uzakta. Bu üzücü sonuçtan, gerek Tahrir gençleri gerek onlara katılan muhalefet, yani sadece devrimciler sorumlu. Mevcut tabloyu izleyenler, Mısır’ın lidersiz olduğunu anlar. Yeni anayasa yapılana, parlamento ve hükümet kurulana dek geçici bir lider olması öngörülenler, halkın hayati meselelerini yürütmekte aciz kaldı. Bugün Tahrir Meydanı’ndaki öfkeli gençler, Askeri Konsey’in veya Bakanlar Kurulu’nun sahip olduğundan daha fazla biçimde, devletin dış politikasındaki tutumunu dahi değiştirme otoritesine sahip olabiliyor. Sözleri, onlardan daha fazla etkili oluyor. Sokaklar ülkeyi yönetiyor. Mısır’da yönetim şu an paramparça. Her siyasi, sosyal ve ekonomik talep grev ve tehditle kolaylıkla devlete dayatılabiliyor. Resmi güçlerinse sokakların öfkesini dindirmekte acele etmek dışında bir tutumu yok. Askeri Konsey’in 25 Ocak’tan bugüne dair ustalıkla yaptığı tek iş bu.
Kaddafi sonrası Libya’nın önünde, seçmesi gereken iki model var: Birincisi, Hüsnü Mübarek’in yargılanmasını devrimin ruhu kılan, eski rejimle hesaplaşmaya çalışan ve kötü sonuçlarını düşünmeden bütün ilgisini Mübarek’in yaptıklarıyla zıtlaşmaya yoğunlaştıran Mısır modeli. Eski rejimle çalışan herkese ve hatta orta tabakaya bile, aralarında hiçbir ayrım yapmaksızın düşman kesildi bu model. Hatta bazıları bu işi, aydınları, sanatçıları, sporcuları ve siyasileriyle Mısır toplumunu ‘eski rejim yanlısı’ ve ‘devrim yanlısı’ olarak ayırmaya kadar vardırdı. Mısır, bedenindeki bu yaranın iyileşmesi için uzun bir zamana ihtiyaç duyabilir. Tüm bunlar Tahrir Meydanı’ndaki düşünce ve ifade özgürlüğü gibi en basit demokratik ilkelerle uyuşmamakta.
Libya’nın önündeki ikinci modelse Güney Afrika ve ömrünün en değerli zamanlarını hapiste geçiren efsanevi lider Nelson Mandela. Sivil hakları savunmak dışında bir günahı olmadığı halde hapse genç yaşta girmiş ve yaşlı olarak çıkmıştı. Hem kendisi hem ülke vatandaşları, dünyaya bireysel çıkarlardan uzak olduklarını ispatladılar. Mandela, sadece ülkesinin modern bir devlet olması yönündeki kararlılığıyla hapisten çıktı. Önceliklerinin başına intikamı koymadı. Oysa devletin içinde ve dışında kendisini destekleyen geniş bir kitlenin lideri olarak bütün kıtaya uzanabilir ve yıllarca sürecek bir iç savaşı tetikleyebilirdi. Şimdiyse Güney Afrika’nın nerede olduğuna, ekonomik ve sosyal olarak, özgürlük ve insan haklarında geniş alanlara nasıl uzandığına bir bakalım. Güney Afrika bundan sonra, kan ve fitneye mani olan Mandela sayesinde tek yumruk olarak kalacak.

Ya Libya ya şahsi çıkarlar
Kaddafi’yi deviren devrimcilerse aynı seçeneklerle karşı karşıya: Ya bağımsız bir Libya ya da geçmişin hesapları. Ya Libya ya da şahsi çıkarlar ve intikam. Libya halkı şimdi, Kaddafi ve işbirlikçilerinin yargılanmasını uzmanlara bırakıp kendi işlerine bakmalı. Şimdi Libya ya özgür ve gelişen yeni bir ülke inşa ederek Arap baharının yeni modeli olacak ya da Irak ve benzerleri gibi kötü deneyimlere yeni bir örnek. (Londra’da Arapça yayımlanan Şark ül Evsat gazetesi, 25 Ağustos 2011)

Kaynak: Radikal