Modern devletle ilgili öne sürdüğümüz her eleştiri, aynı zamanda ve bizzarure "liberal devlet teorisi"ni de içine alır. Buna hakkımız olduğunu söylememiz lazım, çünkü her ne kadar Hegelyen bakış açısından modern devletin faşizm ve komünizm onun ana versiyonları arasında yer alıyorlarsa da, bu iki model çökmüş bulunmaktadır. Şu var ki çöken faşizm ve komünizmdir sadece, geride "orta yol Hegelcilik"in ilham kaynağı rolü oynadığı liberal devlet ortada durmaktadır. 1990'larda Fukuyama'nın biraz acul davranıp, liberal devleti beşeriyetin son aşaması olduğunu ilan ettiğini hatırlayalım. Bu ilan boşuna değildi, zira felsefi hareket noktasını teşkil eden Hegel de, daha 19 yüzyılda "felsefenin kapısının kapandığı"nı ve modern ulus devletin Prusya krallığında 'tanrı'nın İsa'da bedenlendiği" gibi bedenlenip ete kemiğe büründüğünü ilan etmişti.
Şu halde eğer çağımızda bilim, eğitim, teknoloji, hukuk ve medya aracılığıyla insan hayatını bütünüyle yutmaya çalışan bir totalitarizmden söz etmek mümkünse, bunun köklerini artık tarihin mezarlığında mışıl mışıl uyumakta olan faşizm veya komünizmde değil, fakat rafine yollar ve enstrümanlarla bu iki rejimden hayli şeyler almış bulunan liberal devlette aramamız gerekecek.
Liberal yazarlar kabul etmese de, liberalizmin totaliterliği üç alanda kendisini göstermektedir.
1) Hukuku kontrol etmesi. Modern devlet kendisi dışında sivil bir hukuk sistemi tanımıyor. Hukuku kendisi tanımlıyor ve varlık alanına çıkarıyor. Yasama meclisleri aracılığıyla birey ve toplumun bağlı olduğu hukuku inşa ediyor ve böylece sivil alana hukuk üzerinden müdahil oluyor.
2) Eğitimi kontrol altına alması. Modern devlet, ısrarlı bir biçimde eğitim üzerinden bir totaliterlik üretiyor. Eğitim kurumlarının devlet, vakıf ve özel kurumlar (okullar-üniversiteler) aracılığıyla yapılması keyfiyeti değiştirmiyor. Resmi veya özel, tüm eğitim kurumları aynı müfredatla işliyorlar. Özerk ve bağımsız bir eğitim müfredatına izin yoktur. Eğitimin, devlet, sivil veya devlet dışı eğitim olarak tanımlanması biraz zoraki olmaktadır. Özel eğitim kurumları devletin gerçekleştiremediği veya zayıf kaldıkları modernleşme politikalarını daha iyi yapmaktadırlar. "Sivil eğitim" farklı bir şey, devlet veya özel eğitim farklı bir şey, devlet dışı eğitim farklı bir şeydir.
Burada iki eğitim şeklinden bahis açılabilir. Örgün eğitim, devletin yaygınlaştırdığı ve belirli bir müfredat çerçevesinde yapmış olduğu eğitimdir. Yaygın eğitim ise, medyanın (gazeteler, televizyonlar, internet, dergiler vs) başını çektiği ve daha çok bir sivil arayışa ait olan eğitim anlayışıdır. Amerika'da "ev okulları" sistemi oluşturuldu. Aileler güvenlik nedeniyle çocuğunu okula göndermek istemiyor. Buna bir alternatif olarak okula gitmeyen çocuklara evde eğitim olanağı tanınıyor. Eğitimin aile içinde gerçekleşmesi onun bağımsız bir müfredata sahip olduğunu göstermiyor, bilakis o eğitimin müfredatı da yine sistem tarafından veriliyor ve yıl sonu imtihanlarına girerek okuldan mezun olabilmektedir.
3) Devlet ekonomiyi kontrol etmektedir. Her ne kadar liberal ekonomilerde serbestiyet hüküm ferma olsa, bütün ekonomik faaliyetler kendi mecrasında akarak toplumun yararına dönüşen faaliyetleri besler dense de, liberal ekonomiler böyle çalışmaz. Eğer dedikleri gibi bir liberal politikaya uygun ekonomi algısı olsaydı, bu gün bu savaşları yaşamazdık. Amerika liberal ekonominin beşiği olduğu halde Irak'ı işgal etmez ve Müslümanların topraklarında askerlerini yerleştirmez, zorla o topraklardaki yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el koymazdı. Liberal ekonominin kendisi felsefi bakışı içinde bir ideal olarak yorumlanabilir. Bir başka yalan; liberal ekonomilerde serbest piyasa şartları olduğudur. Halbuki devletin, gizli yöntemlerle ve dolaylı enstrümanlarla belli bir sınıfı kayırması kendi politik geleceği için gerekli bir zemine işaret etmektedir. Vergiler üzerinden, altyapı hazırlama üzerinden farklı opsiyonlar tanıyarak belirli bir sınıfı besler. Bunu kendi hayatımızdan bir örnekle belirginleştirelim.