Latin Amerika'nın ABD karşıtlığı!

 

 ABD'nin yeni-muhafazakar iktidarının dünyada birçok toplum ve devletin kimyasını bozacak işlere imza attığı biliniyor.

Bu durumun, Bush yönetimine karşı olmanın ABD karşıtlığıyla özdeş hale geldiği bir döneme işaret ettiği söylenebilir. ABD yönetiminin dünyanın birçok yerindeki acıları körükleyen uygulamaları olmuş olsa bile, artan ABD karşıtlığı bu acılarda toplumların hiç katkısı yokmuş gibi düşünmeyi de kolaylaştırıyor. Ayrıca, ABD karşıtlığının, küreselleşme karşıtlığından farklı olarak yeni bir siyaset alanı açtığı, hatta bazı devletlere varolma biçimi sağladığını bile gözlemlemek mümkün.

Amerikan karşıtlığının devlet politikası haline geldiği yerlerden birisi Latin Amerika. Amerikalıların bir kısmına göre bu durumun nedeni, cumhuriyetçilerin başka yerlerle ilgilenirken Latin Amerika'yla yeterince ilgilenilmemiş olmamaları; Latin Amerikalılara göre ise ABD'nin her daim bölgeyle fazlaca ilgilenmesi.

ABD'nin Latin Amerika ile ilgilenirken yeniden darbeler tezgáhladığını, bölgedeki istikrarsızları teşvik ettiğini, hatta bölgenin kalkınma ve gelişmesini engellemek için her türlü neo-emperyalist politikaları uyguladığını ileri süren birçok Latin Amerikalı lider bulunuyor. Castro'nun mirasını devralma iddiasındaki Chavez'in Venezuela'sı ile Morales'ın Bolivya'sı bu anti-Amerikan eksenin başoyuncuları durumunda.

Rusya ile ortak tatbikat yapan, bunun hemen ardından ülkedeki Amerikan büyükelçisini 'istenmeyen adam' ilan eden Venezuela, Bolivya'ya örnek oldu ve bu ülke de ABD ile diplomatik ilişkilerini dondurduğunu açıkladı. Bu gelişmeden hemen sonra anti-Amerikan kervana Honduras katıldı ve yeni atanan Amerikan büyükelçisinin güven mektubunu sunmasına izin verilmedi. Nikaragua devlet başkanı Ortega Bolivya'yı desteklediğini açıkladı. Chavez ile Morales ikilisinin bir tür 'yeni-sol' anlayışlarını eleştiren, popülizme dayalı bu solun aslında yeni bir otoriterliğe işaret ettiğini ileri süren Peru lideri Alain Garcia ile Brezilya İşçi Partisi lideri Aurelio Garcia bile, ABD karşısında bir tutuma girdi.

Uzun zamandır varolan, ancak birden tırmanan bu diplomatik tepki dalgası ABD'nin Latin Amerika'daki yönetimleri değiştirecek askeri ve/veya sivil 'darbe'leri desteklediği ve hatta ülkelerin toprak bütünlüklerini tehlikeye atacak girişimlerde bulunduğu savına dayanıyor. Bu iddialar doğruysa, diplomatik ilişkileri keserek darbelere engel olunabilir mi bilinmez, zira adı geçen faaliyetlerin zaten diplomatik araçlarla sürdürülmediği malum, üstelik darbe için toplumsal alt yapıya da ihtiyaç var.

Latin Amerika'daki diplomatik başkaldırı ABD yönetimi için ne kadar sarsıcı bir tepkidir, tartışmaya açık. ABD üzerinde kısa vadede fazlaca bir yaptırım etkisi bulunmayabilecek bu karşı tavrın Latin Amerika ülkeleri bakımından ise bazı riskler taşıdığı ileri sürülebilir. Bunlardan birisi, ABD karşıtlığının giderek dışa daha kapalı politikaları teşvik etmesi ve otarşik yapıların yaygınlaşarak iktidarların daha otoriter hale gelmelerini kolaylaştırması. Bu olasılık, esasen darbelere daha açık toplumlar yaratabilir. Anti-Amerikan eksendeki ülkeler için bir diğer risk ise, yağmurdan kaçarken doluya tutulmamaları, yani ABD karşısında durma halini desteklemeye hazır durumdaki Rusya'nın bu ülkelerdeki etkisinin artmasına izin verilmesi. Doğrusu bu olasılığın bölgedeki ABD ilgisini artıracağı ve demokratikleşme süreçlerini daha olumlu etkilemeyeceğini öngörmek zor değil.

ABD'ye karşı olma, bazen kullanılan yöntemler nedeniyle gerekçesini yitirebilir; diyalog ve işbirliği çoğu kez mücadelenin daha az maliyetle sürdürülmesini sağlar.

 

 

Kaynak: Star