Gelişmemiş ülkelerin rejimleri, ırsı bir 'sözde demokrat özde diktatör' hastalığının pençesinde. Bu hastalığın ağrıları caddelerin damarlarında dolaşıyor ve halkın canını yakıyor. Tahran'da seçimler nedeniyle alevlenen halk hareketlenmesi ve protestolar yeni yeni dinmeye başlamışken, Bişkek ve Kırgızistan'ın diğer illerinden devletin seçimlere hile karıştırdığı iddiasıyla halkın caddelere dökülüp mitingler düzenlediğine dair haberler gelmeye başladı.
Kırgızistan'ın siyasi açıdan iki özelliğinden bahsedebiliriz. Öncelikle, Sovetler Birliği'nin parçalanmasının ardından kurulan ülkelerin tersine, Kırgızıstan'ın ilk cumhurbaşkanı Asker Akayev eski komünist sisteminin yönetim kadrosunda değildi. İkincisi, Kırgızistan bölgedeki ilk renkli devrimin gerçekleştiği ülke.
Fakat 'Lale Devrimi'nin ardından Kurmanbek Bakiyev'in cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasıyla ülkede dönüşüm yaşanacağı inancı ve siyasetin artık demokratikleşeceği yönündeki beklenti kısmen boşa çıktı. Zira halkın çıkarlarını koruyan ekonomi, politik, sosyal ve kültürel altyapılar olmadığı sürece kadife devrimler veya siyasi aktörlerin değişmesi hiçbir şey ifade etmez. Bu ülkenin aydınlarının artık ABD'nin kadife devrim projesinin
yerine aşamalı süreçlere dayalı reformcu projelere odaklanması gerekiyor.
İran ve Kırgızistan sistem ve kriz yönetimi açısından üç temel noktada birbirlerine benziyor: Öncelikle, ikisinde de devlet geleneği güçlü. Tartışılmaz üstünlük devlet mekanizması ve hükümet yetkililerindedir; halk yeterli mekanizması olmadığı için çıkarlarını savunamıyor. Dolayısıyla, hem İran'da hem de Kırgızistan'da halk içinde her zaman alçak veya yüksek sesli eleştiriler duymak mümkün. Bu ülkelerde seçimlere katılım oranları yüzde 99.9 olur ve halk kime oy atarsa atsın, önceden belirlenmiş aday kazanır.
İran'da bu durum halk arasında "Hüseyin yazarsın, Hasan çıkar" deyimiyle ifade edilir. Bu aslında hiç de kolay aşılabilecek bir sorun değil. 'Renkli devrim'lerle altyapı değil, sadece siyasi aktörler değişiyor. Bu altyapıyı değiştirmenin yolu güçlü sivil toplumdan geçiyor. Devlet zorbalığına karşı halkın savunucusu ve koruyucusu rolünü ancak bu örgütler üstlenebilirler.
Diğer taraftan, iki ülke halklarının da siyasi kültürlerinde sorgulayıcı yönleri değil uygulayıcı yönleri çok gelişmiş. Günlük çıkarların dışında, geleceğe yönelik yeterli mekanizmalar geliştiremedikleri için, kaybeden taraf halk oluyor. Dolayısıyla renkli devrimler ne şekilde gelirse gelsin, kısa süre sonra hiçbir şeyin değişmeyeceği ortaya çıkıyor. Üçüncü ortak noktaysa diğer ülkelerin, özellikle de Batı medyasının yaklaşımları. Batılılar sorunlu ülkelerin demokratikleşmeleri konusunda yeniden düşünmeli, uluslararası insan hakları anlaşmalarına ve diğer kararlara imza atan ama pratikte uygulamayan sorunlu ülkere karşı keskin kararlar ve önlemler almalılar.
Bu arada Kırgızistan gibi kadife devrimler geçiren ülkelerle İran arasındaki bir farkı da unutmamak gerek. O ülkelerin devletleri Batı ve ABD'yle siyasi ilişki içinde. Bu ilişkiler hem toplumsal hem kültürel boyutlarda gelişmelere ve ufuk genişlemelerine yol açabilir.
(İran gazetesi İtimad, 13 Ağustos 2009)
Kaynak: Radikal