Herkes, laikliği savunuyor. Son olarak, 1 Ekim'de, hem Abdullah Gül, hem Köksal Toptan, hem de Org. Yaşar Büyükanıt, laiklik vurgusu taşıyan konuşmalar yaptı. Zaten Türkiye'de kimse laikliğe karşı değil; ama tarifte anlaşamıyorlar. Kimi, anayasanın 24. maddesinde yer alan tanımın kılına bile dokundurtmamaya kararlı: "Kimse, devletin temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma veya çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla, her ne surette olursa olsun, din duygularını, dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz."
Kimi anayasa taslağını hazırlayan ilim heyeti gibi, "Din ve inanç hürriyeti anayasal düzeni din kurallarına dayandırmaya yönelik eylem biçiminde kullanılamaz" cümlesini benimsiyor.
Kimi üniversiteye başörtülü kız girerse, "laiklik elden gider" diye düşünüyor. Bir başkası, başörtülü kızların da okuyabilmesini laikliğin gereği gibi görüyor.
Meselâ, Abdullah Gül, cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine yaptığı teşekkür konuşmasında, -ki bu konuşmasını bizzat kendisi kaleme almıştı-benim benimsediğim bir tarif verdi: "Laiklik, bir hak ve özgürlükler sistemi olan demokrasi içerisinde, farklı hayat tarzları için özgürleştirici bir model olduğu kadar, bir sosyal barış kuralıdır da."
Cumhurbaşkanı Gül, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde önemli mesajlar verdi; aldığı olumlu yankılardan, zihinlerdeki bazı endişeleri giderdiği anlaşılıyor. Yeni anayasa tartışmaları, yurtdışında bazı kaygıların doğmasına yol açmıştı. Sanki laiklik karşıtı adımlar atılmak üzereydi. Gül, bu konuda, "Türkiye'nin gittiği istikamet bellidir; AB yönündedir. Kimsenin laiklik kaygısı olmasın" dedi.
Ayrıca, başörtülü kızlara desteğini sürdürdü: "Kadınların başını örtmesi Türkiye'nin gerçeklerindendir. Önemli bir kısmı geleneksel, bir kısmı da din nedenlerle örtünür. Ancak örtme örtmeme zorlaması yoktur. Üniversitelerde bu konuda sıkıntılar var. Temel hak ve özgürlükler, özellikle de eğitim özgürlüğü evrensel kriterlere göre uygulanmalıdır."
Demek laikliği savunmak yetmiyor, tarifte uzlaşmak gerekiyor.
Yanlış mesaj
AVRUPA Konseyi Parlamenterler Asamblesi Başkanı Van der Linden, Sabah gazetesinde Nur Batur'a verdiği röportajda, "Türban baskısı görenler AİHM'ne başvurabilir" diyor. Ve şöyle devam ediyor: "Zaten Türk hükûmeti türbana zorlarsa, Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyeliğini tartışmaya açarız."
Batı düşüncesine göre, birisine tanınan 'serbestlik, özgürlük' laiklik karşıtı bir eylem değil. Ama, başörtüsü takmaya zorlayıp, kişinin hürriyetini sınırlarsanız, ancak o zaman laikliği zedelemiş olursunuz.
Türkiye'de kıyamet kopunca, herhalde Van der Linden, AK Parti'nin kızları zorla örtmeye hazırlandığını sanmış olacak. Bu yüzden, "Türbana zorlanan AİHM'ne başvurabilir" çağrısını yapıyor. Bakın ülkemizi dış dünyaya ne kadar yanlış tanıtıyoruz.
Tulkens'in karşı oy yazısı
HERKES Leylâ Şahin kararına atıfta bulunuyor. Bu kararın bir de karşı oy yazısı var. Karara katılmayan hâkim Tulkens, AİHM'nin Aczmendi Şeyhi Müslüm Gündüz hakkında verdiği hükmü hatırlatarak, bir mukayese yapmıştı: "Müslüm Gündüz, Türkiye'de şeriatın tesis edilmesini istemiş, resmi nikâhtan doğan çocukların piç olduğunu belirtmişti. Bundan dolayı 312'nci maddeden mahkûm olmuştu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, düşünce ve ifade hürriyetinin -başkaları aynı fikirleri paylaşmasalar, hatta bu fikirlerden rencide olsalar dahi-sınırlanamayacağı kararını vermişti. Dine dayalı bir nefret uyandırabilecek düşüncelerin ifadesi, özgürlükler adına hoş görülürken, aynı toplum içinde ve aynı konjonktürde, sükûneti bozmayan bir başörtüsünü yasaklamak bence 'acil bir sosyal ihtiyaca' cevap vermiyor ve 'demokrasinin gereklerine' uymuyor."
Tulkens, başka önemli noktalara da temas ediyordu: "Leylâ Şahin'in başörtüsünü başkaları üzerinde baskı yaratmak amacıyla taktığı iddiası, başörtüsü yüzünden, Türkiye'deki üniversite hayatının olumsuz etkilendiğine dair bir delil ortada yok. Tek başına başörtüsü, köktendincilikle eşanlamlı olarak mütalaa edilemez. Başörtüsü takanlarla, başörtüsünü başkalarına dayatan köktendinciler arasında bir ayrım yapmak gerekir. Başörtüsü, sadece kadının erkeğe itaatinin bir sembolü sayılmaz. Bu tartışmada, başörtüsü takan ve takmayan kadınların düşüncesi göz ardı edilmiştir. Ayrıca, laiklik ve eşitlik adına üniversiteden dışlanan Leylâ Şahin, bu değerlerin geliştiği bir ortamdan da mahrum bırakılmıştır. Bir başka ifadeyle amaçlananın tam aksi bir sonuca ulaşılmıştır."
Kaynak: Sabah