Kuveyt 'in kara listesi!

 

Eskiler ‘herze’ yemekten (Farsça saçmalamak) bahsederlerdi. Nitekim de bazen öyle olmaktadır. Kayıplarda olan Mukteda Sadr’ın adamlarından olan Baha el A’reci, Hazreti Ebu Bekir (R.A.) hakkında haddini ve maksadını aşan bir konuşma yapmış. Saddam’ın akrabası ve öncesinde Irak Devlet Başkanı Ahmet Hasan Bekir ile Hazreti Ebu Bekir’i birlikte anmış ve her ikisini de Şia’ya baskı yapanlar bağlamında ve kategorisinde ele almış. Alakasız bir mevzuda konuyu bu noktaya taşıyarak Hazreti Ebu Bekir’e hakaret etmiş.  Bağdadiye Kanalı’nda Haftanın Meselesi programında bu konuşmasının ardından elbette ki sözleriyle gündeme damgasını vurmuş. Birçok makale bu sözlerine adandı ve cevabına hasredildi. İlginç olanı, konuşmasının kalan bölümünde ise sekterizm yani mezhepçilik ve dini ayrımcılık ve taassup belasına çatmış olmasıdır. Bu gibi hallerde eskiler ‘bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ derlerdi. Gerçekten de öyle. Kabul edelim ki, Saddam Hüseyin ve öncesinde Ahmet Hasan Bekir, Iraklı Şiilere eziyet etti ve işkenceden geçirdi. Bu hususta onların sosyolojik veya siyasi manada ayrım yaptıklarını kabul etsek bile esasen onlar ben merkezli rejimlerine karşı çıkan herkesi- mezhebine ve meşrebine bakmaksızın- eşit şekilde cezalandırmışlardır. Onun ötesinde onların Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ebu Bekir’in de onlarla hiçbir alakası yoktur. Karşılaştırma ve benzetme o kadar bağlamdan yoksundur ki, aralarında sadet dışı bağlantı kurmak ancak taassubun koyuluğuyla ölçülebilir. Kaldı ki, bugün Irak’ta Şii siyasetçilerin egemen olduğu siyasi hayat sekter bir alana dönüşmüş bir haldedir. 
Birincisi, Hazreti Ebu Bekir döneminde Şii-Sünni diye bir ayrım yoktu. En azından Şii bağlamında olmasa bile Sünni ve tarihi bağlamda bu böyledir.  Dolayısıyla, Hazreti Ebu Bekir hakkında; Şiilere baskı yaptığını savunmak ispata muhtaç bir meseledir. Hatta imkansızı istemektir.

İkinci olarak: Her ne kadar Hazreti Aişe-i Sıddıka ile Hazreti Ali zaman zaman karşı karşıya gelmişlerse ve Sıffiyn bunlardan birisi olsa bile kardeşi Muhammed İbni Ebi Bekir, Hazreti Ali’nin en yakın ve has taraftarlarından birisiydi. Dolayısıyla Muhammed Bin Ebi Bekir hakkında Şii düşmanı nasıl denilemezse keza Ahmet Hasan Bekir’le adaş oldukları için de Hazreti Ebu Bekir -haşa ki- onunla ayın çuvala girsin!

*

Iraklı bir Şii yazar olan Reşid Huyun’un yazısını okuduktan sonra konunun Kuveyt’te de sıcak bir tartışma konusu olduğunu fark ettim. Kuveytliler tartışmalı isimlere sınırdan geçit vermiyorlar. Ülkenin milli güvenliğine zarar verecek ister Sünni, isterse Şii, isterse Selefi olsun mümkün mertebe tartışılır isimlerden uzak kalmaya ve uzak durmaya gayrete diyorlar. Nasr Hamid Ebu Zeyd bunlardan birisiydi ve ülkeye vize alarak giriş yapmasına rağmen tartışılır bir isim olmasından dolayı sınırdan geri çevrilmiştir. Bizde ise hazreti ne hikmetse İslami kesimler davet ediyorlar! Özellikle de liberal kesimler bu muameleye tepki göstermişler ve devlet nezdinde fikirdaşları Nasr Hamid Ebu Zeyd’in hakkını aramışlardı. Lakin Kuveyt yönetimi geri adım atmamış ve Nasr Hamid Ebu Zeyd’e yumuşamamıştır. Ondan önce de yine A’reci gibi Hazreti Ebu Bekir’e saldıran ve ona hakarette bulunan; İran’da yaşamakta olan Kuveyt asıllı Muhammed Bakır Fali’nin de kara listede olmasına rağmen nasıl olduysa Kuveyt’e giriş yapmayı başarması hükümetin devrilmesine neden olmuştur. Başbakanı Nasır Muhammed el Sabah, hakkında verilen gensorunun ardından hükümetin istifasını sunmak mecburiyetinde kalmıştır.  Hükümet aleyhinde gensoru veren milletvekillerinden birisi de selefi eğilimli bloktan Velid Tabatabai idi. A’reci olayından sonra da yine Velid Teabatabai bir açıklama yaparak, Baha A’reci’nin Kuveyt’e sokulmasının engellenmesini talep etmiştir. Fali nedeniyle gensoru veren diğer milletvekili Muhammed Hayif de Tabatabai gibi A’reci’nin Kuveyt’e girişinin yasaklanmasını istemiş ve İslam aleminden de sahabelere sahip çıkmasını ve saygısızlık vakalarına karşı tedbir almasını istemiştir.

*

Muhammed Hayıf, Hazreti Ebu Bekir’e karşı yapılanların zındıka eylemi olduğunu savunmuş ve ötesinde doğrudan İslam’a saldırı niteliği taşıdığını ifade etmiştir. İKÖ’yü de sahabileri savunmak için göreve çağırmıştır. Hulafa-i raşidin ve Aşere-i mübeşşere için koruma kanunları çıkartılmasını da talep etmiştir.  

A’reci, Ahmet Hasan Bekir’e saldırırken gaflete mi düştü yoksa şuur altını mı boşalttı elbette ki bilemeyiz. Lakin, Şii-Sünni gerilimini yani taifiyye belasını ötelemek için belki de ilk yapılması gereken ağzını tutmak olmalıdır. Yoksa, şikayet ettiği taifiyye ve mezhep gerilimini ve çekişmesini başka türlü dindirmek nasıl mümkün olacak? Biraz da başkalarını suçlayacak yerde ağzımıza sahip olsak, sıkı tutsak daha fazla netice almaz mıyız?  Ya da başkalarını çağırdığımız misyona daha fazla hizmet etmiş ve katkıda bulunmuş olmaz mıyız?