'Kutlu doğum' ve parçalanmış zaman

Zamanın akışını su görünür kılar. Bölünmeden yekpare akışın “ezelden ebede” yolculuk duygusu veren seyri, tefekküre duran insanı kanatlandırmakta oldukça sarsıcı mahiyet taşır. Aslına baktığımızda su bölünmez, zaman da. Biz zamana matuf olaylar üzerinden çeltikler atarız, devirler, yıllar, aylar, günler elde etmiş oluruz, bilmek ve bildirmek için.

Aynı minval üzre akıp giden zamanın mekandan koparılması, hız kazandırılıp “yetmiyor” suçlamasıyla kullanıma açılması, her şeyin parçalandığı Aydınlanma anlayışıyla başladı. Kutsal olan ve olmayan zaman algısı da bu aşamanın ürünü sonucu ortaya çıktı. Belli günlerin diğerlerine karşı yüklendiği sanal değer sonucu, zaman bıçakla ikiye ayrılıp pazara sürüldü. Piyasanın hareketlenmesi kutlama kültünün katkısıyla önemli oranda ivme kazandı.

Bir gün öncesinde hiç bir olağanüstü durum yokken, bir gün sonra zaman, “doğum günü” adı altında bir anda kutsanır hale geliyor. Batının kendi kültürü içinde oluşan ve son yıllarda İslam coğrafyasında sorgulanmadan kabul gören anlayış, derinden bir zihin kaymasını gösteriyor.

Müslüman algısında günler aynıdır, zaman ürün mekanıdır ve insanla anlam kazanır. İnsan için var edilen mekan ve zaman, üzerinde olup bitenle değerini kazanır. Bir başka deyişle insan salih amel işledikçe zaman lehinde bir şahide dönüşür, mekan güzelleşir.

Zaman ve mekan verili nimetken, insanın Allah(cc) rızasını gözeten eylemiyle meşru, aksi halde de gayri meşru olarak kayda girer. Son zamanlarda büyük iştahla, sorusuz sualsiz, meşru alana duhul eden “yaş günü” kutlamaları çağları aşıp tarihi bir yolculuk yaparak, Peygamber efendimize kadar ulaştı.

Kutlu Doğum Haftası adı altında yapılan etkinliklerin elbette olumlu yönleri, etkisi söz konusu edilebilir. Ancak Peygamberi, bir hafta içine sığdırmak, sonrası için bir önemsizlik duygusu oluşturmaz mı?

Yapılan kutlamaların içeriği de hafta vurgusunun aceleciliği ile orantılı olarak hatalar barındırıyor. Peygamber sevgisinin adeta yarıştırılır hale gelmesi, “melek” peygamber algısını besliyor ve her insan için örneklikte kaçak oluşturmayan “beşer” tarafı öteleniyor. Bu durum aynı zamanda ikinci hatalı bir bakış olan, “haberci” peygamber algısını tersten besliyor.

Kur’an’a müracaat ettiğimizde görürüz ki, gaybı bilme ve mucize garantisi de söz konusu değildi. Allah’ın (cc) bildirdiği kadarını bilirdi.

Günümüzde ortaya çıkan batıni anlayışların, Peygamber sevgisini nasıl istismar ettiklerini görüyoruz. Temelini melekleşmiş, sanki hiç dünyaya gelmemiş bir peygamber algısının oluşturduğu zeminden alan batını yorumlar, onu gruplarının içine alan, tarafgir hale getirirken, büyük bir iftirayı muhabbet ve gözyaşı sarmalıyla haklılığa delil sayıyorlar.

Peygamber efendimiz öncelikle ahlakıyla, mücadelesiyle ve aynı zamanda Kur’an öğreticisi olarak önderdir; örnektir.

Bu itibarla, Kur’an’da ismi geçen bütün peygamberlerin, bizim peygamberimiz olduğunu unutmadan, onların öykülerinin tekrarlanmasındaki hikmeti ve örnekliği kavrama çabasında olmalı değil miyiz?

Bütün bir ömre yayılan duyarlılıkla, önce peygamberliğin İslam’daki yerini, önemini, örneklik ve önderlikteki öncelikleri bilme durumundayız.

Peygamberleri Kur’an’daki konumları ile tanıma zorunluluğumuz var. Peygamberlere verilmeyen bazı özelliklerin, kimi kerameti kendinden menkul zatlara verilmeyeceğini bilmemiz için, bu bilgi elzem.

İlim sahibi zevatın ve ilgili kurumların sorumluluğu büyük.