İyi insanın ölümü, ölüm algısını da etkiliyor. Dünya da biraz ölüyor, ölüm de epeyce rengini değiştiriyor. İnsan söze nasıl başlayacağını bilemiyor. Ölüm kendimiz ve sevdiklerimiz için her zaman biraz uzağımızda. Vedat Aydın hastalığı ve ölümüyle, yakınlaşan ölümü karşısındaki duruşuyla bize yeni dersler vererek, faniliğimizin çarelerini güçlü bir şekilde hatırlatarak gitti. Yokluğunda dünya biraz değil, epeyce eksildi, denilebilir. Hepimiz sonunda bir söze dönüşüyoruz ve o sözü oluşturan da bütün hayatımız. Onu iyi bildiğimizi haykırdık. Gitmesin diye dua da etmiştik, ne var ki erken gelen vedanın hikmetlerine vakıf değiliz.
Furuğ’un mısralarını akla getiriyor Vedat’ın son günleri: “Kuş ölüyor, sen uçuşu hatırla!”
Nasıl tanışmıştık? Hatırladığım ilk şey, belki on yıl önce yazdığı mesaj. Okuma Yeri sitesini kurmuştu. Yazılarımı alıntılamak istiyordu. Bir iki yıl sonra, 2007 Nisan ayında İstanbul’da Ahmet Sarıoğlu Hoca’nın hatırasına düzenlenen “Asrın İdraki Ve İslam başlıklı sempozyumda ilk kez karşılaştık. Yanında kadim dostu Vuslat Aygün ve sempozyumda Şah Veliyullah Dihlevi üzerine bir tebliğ sunan Muhammed Kızılgeçit vardı. Bunları sempozyum hakkında Gerçek Hayat’a yazdığım yazıya bakarak aktarıyorum şimdi.
Vedat Aydın kalemle kitapla ilgili, Erzurum’a değinen yazılarımın hep merkezinde oldu. Erzurum’un Türkiye’nin en çok okuyan şehri olduğunu ondan da duymuştum. Yeni çıkan kitapları dikkatle takibi ve kurduğu site etrafında oluşan hareketlilikle okuma faaliyetleri alanında taşra olgusunu sarstığı muhakkak.
Erzurum’da çeşitli vakıf ve derneklerde okuma etkinlikleri düzenliyor, bu etkinliklerin ihtiyacı olanlara ulaşması açısından sınırları zorluyordu. Ayrıca Tebrizkapı pasajında bir salonda Safahat Okumaları programını başlatmıştı arkadaşlarıyla. Kendisiyle benzeri bir programı kadınların da başlatabileceği üzerine konuşmuştuk. Eşi Havva zaten haftanın belirli günlerinde kadınlarla bir okuma toplantısına katılıyordu. Havva, onun muhkem duruşunun ardındaki tebessümü, sabrının kaynağı. Oğlu Yusuf’un şiirleri, küçük kızı Berfin’in yaşının üstünde seyreden okurluğu, evden eve taşınma sırasındaki yorgunluğu, Sembolik Mantık dersi çalışmaları, Karaçoban ilçesinde öğrencilere verdiği okuma etrafındaki konferans –ilk konferansı-…
Gölgesinde kitaplar okuyacağı elma ağaçları yetiştirmekle geçirmişti son birkaç yılını. Elma bahçesi istediği gibi olduğunda arkadaşlarını davet edeceğini yazmıştı bana; “Bir elinde kitap, bir elinde elma” başlığıyla Taraf’ta anlatmıştım. İşte, “elma bahçesi”ni anlattığı bir mesajından birkaç cümle: “Bayramda köye gittim, dayımın elma bahçesini gezdim uzun yıllar sonra ve o günden beridir köyde bahçeli güzel bir ev hayali zihnimden çıkmıyor. İnsanın sevdikleriyle birlikte tabiatla iç içe uzun vakitler geçirmesi cennetten bir tat gibi geliyor bana. Modern hayat tarzı bu güzelliklerden mahrum ediyor çoğumuzu. Ramazanda Fütuhat'ın 11. cildi çıktı, büyük bir huzurla okudum.”
Oğlu Yusuf ile birlikte kırlara doğru yürüyüşe çıktığını ve Yusuf etrafta oynarken bir ağacın altında kitap okuduğunu yazdığını da hatırlıyorum. Bazen İstanbul’da kimsenin haberdar olmadığı bir kitabın onun bir yazısına konu olduğunu görürdüm. Kitabevi yazar söyleşilerinde KİTMAR kitabevinin yöneticisi yazar Sebahattin Karatepe’ye destek oluyordu. Mahmut Balcı yönetimindeki Kalem ve Onur dergisinin yayınında emeği geçti. “Ahlak Dersleri” isimli bir kitap yayımladı. Yeni Şafak’ta kitap yazıları yazıyordu. www.okumayeri.net, onun büyük emek verdiği okuma grubu, kitap ve internetin taşra ile merkez arasındaki keskin hatları nasıl da silikleştirdiğinin ilk örneklerinden biri.
Vedat, bütün kitaplarımın ilk okuyucularından, ilk eleştirmenlerinden biri. Sınıra Yakın’ın ilk okumalarını da yapmış ve birkaç önemli eleştiride bulunmuştu. Romanda İran otobüsü Erzurum civarından geçerken bozulduğu sırada yolcuların bir kısmının gittiği köyde onlarla ilgilenen genç Vedat, Hınıslı Vedat Aydın’dan başkası değil. Hayat hikayeleri aynı mı? Birçok açıdan farklı belki. Ancak benzeri tecrübelerde aynı tepkileri verecekleri muhakkak. Bir köyün adının değiştirilmesi, bir halkın dilini unutmaya zorlanması “kardeşliğimizi” yıkıp dağıtmaya dönük modernist projenin sebep olduğu travmalardı. Alternatif kamular oluşturmayı sürdürerek kardeşliğimizi hatırlamalı, hatırlatmalı, hayırlı işlerde yarışmalıydık; Vedat böyle düşünürdü.
İlgi, ihtimam, hayırlı iş ertelenmemeli. İstanbul’dan tanıdığım yoksul bir ailenin Erzurum’da öğrenci olan kızının yurtta karşılaştığı problem konusunda Vedat’a başvurduğumda, yardımcı olmak için defalarca görüşmüştü yurt yetkilileriyle. Konu hakkında fazla bilgilendirmediğimiz için çözülür gibi olan problem sonra başka bir boyutuyla önümüze çıkıyordu ve Vedat artık bana haber vermeden ilgilenmeye devam ediyordu. Bu sadece bir örnek. Kendisinden “derviş” diye söz edilen cümleler kuruldu ardından. Bu sıfatı gösterişle veya sahte bir tevazu, tantanalı bir iyilik edasıyla elde etmeye çalışmış değildi. İyilik için çabalamak, hayra çağırmak gündelik hayatına sindirilmiş bir amacıydı. Erken ayrıldı aramızdan, ama hayırlı işler açısından, cehtle geçirilmiş yıllar itibarıyla dolu dolu yaşadığı muhakkak.
Vefatından birkaç gün önce İstanbul’da görüşmüştük. Bir gece Yıldız Ramazanoğlu ve Sibel Eraslan’la kardeşi Muammer’in Bayrampaşa’daki evinde ziyaret ettik. Kardeşleri, ablası, özellikle ağabeyi Saadettin Aydın, hastalığının ne kadar ağır olduğunu bilerek onu yıpratmayacak ve ümitsizliğe düşürmeyecek tedavi yolları aramaktan hiç vazgeçmedi. Hastalığının ne kadar ağırlaştığına dair bilgilerden habersiz miydi gerçekten? Yorgun, yine de etrafıyla ilgiliydi ve her zamanki gibi nazikti. Bir kez daha onu ayakta tutan, muhkem kılan gücün ne kadar eşi Havva ile ilgili olduğunu fark ettim. Geçmiş yıllara uzandığımızda hafızası bir hayli berraktı. Kitap okuyamıyordu bir süredir. Dinlesin diye Enver İbrahim parçalarından linkler göndermiştim kızı Zeynep’in adresine, beğenerek dinlediğini söyledi. Haziran ayındaki yazışmamızda Berfin’in kendisinden Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ını istediğini yazmıştı. Üniversite’de sosyoloji öğrenimi görüyordu. Geç bir dönemde üniversiteli kızları Feyza Nur ve Zeynep’le aynı masanın etrafında ders çalışmaya başlamanın mutluluğunu yaşadığını söylüyordu.
Ercüment Özkan, cennetin birçok açıklamanın yanında söyleşi imkânı/mekânı olduğunu düşündüğünü söylerdi. Vedat Aydın’ın tasavvurundaki cennet de bir veçhesiyle sevilen insanlarla sohbet bahçesi halinde uzayıp giden, okunan veya okunması gerekli bulunan kitaplar üzerine konuşulacak bir elma bahçesi misali kuruluyor, gelişiyor, gelişmeyi sürdürüyor. Tebrizkapı konuşmaları eskisi gibi sürse de sürmese de Vedat Aydın’ın hayırlı işlerde yarışan sesi konuşmalarda yankılanmaya devam edecek.
O bahçe hep kalabalık hep konuşkan olacak. 7 Aralık günü Erzurum’da arkadaşları onu anmak için kuruluşunda emek verdiği ŞEHİRDER’de toplandılar. Erzurum denildiğinde onun adı yanında aklımıza gelen yakın arkadaşı yazar Şahin Torun, şunları söylemiş konuşması sırasında:
“…Vedat Aydın’ın aksiyonu bir Necip Fazıl aksiyonerliğine benzemediği gibi bir Ali Şeriati aksiyonerliğine de benzemez lakin onlardan da feyz alan özgün bir başka biçemi içerir.
Çoğumuzun bizim klasiklerimiz dediğimiz İslam başta olmak üzere tüm doğu klasiklerini büyük bir hazla okuyan Vedat Aydın’ın bakış açısını ise sufice bir bakış olarak nitelendirmek mümkündür. Belki de bu sufice bakışından dolayı Vedat Aydın, başı hep önünde, sürekli olarak sabır ve tevekkül içinde, malayani ile arasındaki mesafeyi korumak için çarşı pazardan uzak kalmayı seçen ama hayranlık verici bir biçimde de kibir denilen ateşten uzak durabilmiş bir postmodern zaman dervişidir.”
Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.