Kuruluşunun 26.yılında, Hamas için sırada ne var?

Hareket, bu güne dek, siyasetin gri alanlarında faaliyetlerini sürdürdü.

Eğer geride kalan yıl Hamas için gerçekten de gümüş yılsa, hareket bu yılı, yani 26.yılını, pek de iyi durumda karşılamayacak gibi görünüyor. Bir yıl önce Müslüman Kardeşler’in Mısır’da yönetime gelmesi Hamas için de rahatlatıcı bir etki yaratmıştı. Gazze şeridinde uzun yıllar süren abluka ve Mübarek hükümetiyle gergin ilişkiler geride kalmış, hareketin Arap Baharı sürecinde oynadığı “insanların özgür iradesi” kumarı ise tutmuş görünüyordu. Bir süreye kadar. Bu kumarın en riskli yanı ise Suriye cumhurbaşkanı Beşşar Esad’la olan bağların kopması ve Şam’ı terketmekti. Bu aynı zamanda, Hamas’ın tarihsel müttefiki Tahran’ı kızdırabileceği gibi, hareketin Hizbullah’a yabancışaşmasına da neden olabilirdi.    

Bu sırada, AK Parti lideri başbakan Erdoğan yönetimindeki Türkiye, Hamas’ın destekçileri listesindeki boşluğu doldurmak için adım attı. Tüm bunlar yaşanmaktayken ve Hamas için olumlu bir yıl oluyorken, İsrail süreçten kaygılanmaktaydı. Mübarek’in gidişiyle İsrail, yalnızca Kahire’deki stratejik “hazinesini” kaybetmemiş, aynı zamanda ortaya çıkan yeni durum Kahire, İstanbul, Doha ve Gazze’deki Hamas ile ilişkileri de şekillendiriyor gibi görünmekteydi.

Ramallah’da ise, Hamas’ın içsel rakibi Mahmud Abbas liderliğindeki El-Fetih ve Filistin Yönetimi İslami hareketlerin net/keskin kazanımları karşısında şaşkınlardı. Mısır’ın ötesinde, Müslüman Kardeşler’in Tunus ve Libya’daki yükselişi Hamas içerisindeki bazı figürleri İslam’ın yaklaşan zaferi ve Filistin’in özgürlüğü hakkında tuhaf açıklamalar yapma konusunda heveslendiriyorken, İslami hareketlerin bölgedeki genel başarılı gidişatını da onaylıyordu. Ancak, Hamas’ın Arap Baharı balayı beklenenden kısa sürdü.     

 Müslüman Kardeşler’den Hamas’a

Yaşanan bu heyecan verici değişimlerin hiçbiri Gazze’de 26 yıl önce, 9 Aralık’ta kurulan, Şeyh Ahmed Yasin’in liderliğinde daha sona Kardeşlik’ten “İslami Direniş Hareketi / Hamas”a evrilen Gazze’deki Müslüman Kardeşler’in yedi liderinin aklında yoktu. Geniş çaplı Filistin ayaklanması “İntifada”nın patlak vermesinin hemen ardından Kardeşler, kendilerinin İsrail işgaline karşı benimsedikleri çok da agresif olmayan mücadele yöntemini terk edip, daha dirençli bir yapı arayışı için zamanın geldiğini hissetmişlerdi.  

Daha sonraki yıllarda, Hamas için belirleyici kavram “direniş” olacaktı. Hamas, öncelikle o güne kadar, özellikle 1960’ların başından itibaren El-fetih tarafından yürütülen İsrail işgaline karşı direnişin başarısız olduğuna inanıyor ve kendisinin Filistin direnişinin yeni öncüsü olduğunu iddia ediyordu.  

Yine de, Filistin Kurtuluş Örgütü 1993’te Oslo Anlaşması’nı imzalayarak “terörü” kınadı ve Filistin’in ulusal amaçlarına ulaşmada barış stratejisine bağlı kalacağını taahhüt etti. Hamas direnişi ise katı tavrını değiştirmedi. Ancak yıllar geçtikçe, Hamas direnişi ve diğer stratejiler iç içe geçti, karıştı.

Direniş stratejisi Filistinliler için etkili olduğu gibi, ellerine kullanabilecekleri kartlar da verdi. Ancak Hamas’ın 1994’te başlattığı intihar saldırıları, İsrail’in argümanları arasındaki güvenlik paradigmasını pekiştirerek pahalıya mal oldu. Bununla birilikte, Hamas’ın askeri yetenekleri etkileyiciydi. İsrailli bir askerin kaçırılıp, İsrail’in güçlü istihbarat yapılanmasına rağmen yıllarca tutulması ve nihayetinde yüzlerce Filistinli mahkûm karşılığında takas edilmesi, Hamas’ın Filistin halkının takdirini kazanmasını sağladı. Büyük resimde ise, özelikle 2008 ve 2009’da İsrail’in Gazze’ye karşı savaşında, Hamas’ın performansı birçok destekçisini hayal kırıklığına uğrattı.    

Dindar milliyetçiler?

Geride kalan yıllarda Hamas, şu iki temel öğretiyi birleştiren bir organizasyona dönüştü: dindar/muhafazakâr ve milliyetçi/bağımsızlıkçı. Bu anlayışın birincisi kısmı, Müslüman Kardeşler geleneği ve evrensel “ümmet” anlayışını vaaz eden katı öğretisinin devamını sağlamayı, İkincisi ise, Filistin milliyetçiliği odaklı, İsrail işgaline karşı direnişi sürdürmeyi düstur ediniyordu.

Bu iki anlayış, duruma bağlı olarak bazen uyum, bazense gerilim içerisinde işlemekte. Örneğin, Hamas’ın sosyal gündemindeki, idareye dair bazı belirli dinsel kodları Gazze’de yürürlüğe koyma girişimi dindar/muhafazakâr yaklaşımın bir parçasını teşkil etmekte. Hamas’ın ideolojisi bu iki stratejiyi bir araya getirmeye çalışıyor. Zira din temelli bir toplum inşa etmenin, İsrail’in onları kontrol etme girişimlerine karşı toplumsal birlikteliği pekiştireceğine inanıyorlar.

Oslo’dan geriye kalan

Hamas’ın Oslo Müzakereleri’ndeki pozisyonu şiddetle reddediş, inkâr ve “fiilen” kabullenişin bileşimi oldu. Hamas’ın itirazı, şaşırtıcı bir şekilde, Filistin’i Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e ulaştırmak ya da Filistin’in İslami kutsal toprakları üzerinde algılanan dini konulardaki kısıtlamalar gibi, anlaşmanın içeriği ile deklare edilen hukuki ilkeler arasındaki çelişkilerden kaynaklanıyordu.

Hamas’ın kafa karışıklığı, “Oslo’ya karşı nasıl bir tavır geliştirmeliyim ki, net tavrım orada anlaşılabilsin”, sorusundan kaynaklanıyordu. Haması’ın “fiili” kabullenişi yalnızca Oslo’nun sonuçlarıyla başa çıkabilme konusunda etkili olmadı; aynı zamanda, Oslo’da dikte etilen tamamlayıcı kurumsallaşma sürecinde, siyasal şartlardaki önemli strateji değişikliğinde nasıl konumlandığı konusunda da etkili oldu.  

Hamas’ın 2006 Filistin seçimlerine girmesi, hareketin iç içe geçmiş, kafası karışık yaklaşımlarının doruk noktasına ulaşmasını ve Oslo süreciyle ortaya çıkan ilişkileri temsil ediyordu. 2007’de Gazze Şeridi’ni ele geçirip hâkimiyeti altına almasının ardından, Hamas liderleri ve hükümetteki bakanları Filistin Ulusal Yönetimi tarafından düzenlenmiş, ancak büyük ölçüde İsrail’in denetimi altındaki pasaportlarla yurtdışı turları yapmaya başladılar.  

İronik olan şu ki; Oslo, Hamas için hem en büyük düşman hem de en büyük müttefik olarak görülebilirdi. Oslo’nun ardından geçen son 20 yılda Hamas, anlaşmalar soncu ortaya çıkan siyasal gerçekliklere bağlı olarak büyüdüğü gibi olgunlaştı da. Bu gerçekliklerin başında Filistin Ulusal Yönetimi’nin kuruluşu geliyordu. Oslo’yu reddetmek Hamas’a direniş ve aslında bir bakıma “varoluş sebebi”; Oslo gerçeklikleriyle uğraşmak ise, güç ve Gazze Şeridi’nde hükümeti kazandırdı. Hamas, Oslo’yu reddediş, Oslo’nun kafa karışıklığı ve kabulü üçgeninin oluşturduğu gri alanda işlevini sürdürüyordu.  

Geleceğe dair kaygılar

Aslında, Hamas’ın yaratmayı başardığı politikasındaki bu gri alanlar, onların başarısının da önemli bir nedeni. Hareket, diğer Filistinli hatta Britanya mandasındaki Yahudi grupların aksine, tüm anlaşmazlıklara rağmen bölünmeden ve kopuşlar yaşamadan bir arada kaldı. Etkisiz hale getirilmiş güç merkezlerine karşın, Filistin içinde ve dışında yönetimini bir arada tutmaya devam ettiler.  

Gazze Şeridi’nde yıllar süren ablukanın ardından kontrolün 2007’de kanlı bir şekilde geri alınmasını, karmaşık ve güçlü bir güvenlik stratejisi takip etti: “tünel” ekonomisinin yürütülmesi ve ittifakların genişletilmesi. Bununla birlikte, elde edilen başarı her ne olursa olsun, Hamas’ın en büyük kaygısını gidermeye yetmeyecektir; ki o da, Filistin sokaklarındaki popülarite kaygısıdır.  

Hamas iktidarı elinde tuttuğu yıllar içerisinde bitkin düştü. Ve kendisine olan desteği büyük ölçüde yitirdi. Bir direniş hareketi olarak imajı, İsrail sınırlarında sükûneti sürdürmek için yaptığı örtük ve söze dayalı anlaşmalar sonucu lekelendi. Hamas’ın bölgesel ilişkileri, Arap Baharı’nın durmaksızın değişikliğe gebe atmosferinde istikrarsız seyrediyor. Örneğin, Mısır’ın başka bir rejime kaybı onlar için Mübarek döneminden daha sarsıcı oldu. 26.yılında, Hamas için ne kadar kutlanacak gelişme varsa, bir o kadar kaygılanacak durum söz konusu.  

*Khaled Hroub Katar’daki Northwestern Üniversitesi’nde Orta Doğu ve Arap Medyası Çalışmaları bölümlerinde profesör, ayrıca Cambridge Üniversitesi İslami Araştırmalar Merkezi’nde kıdemli araştırmacı.

Kaynak: El-Cezire
Çeviren: Sedcan Altundal