Soru: "Bu insanlar boşuna mı öldüler? Bunun bir bedeli olmayacak mı?" Cevap: "Mantığını böyle kurarsan bu bedel psikolojisinin üreteceği tek mekanizma bedel ödemeyi devam ettirmek olacaktır." Soruyu soran bir Türk milliyetçisi değil.
Bahsi geçen bedel, Güneydoğu'da terörle mücadelede toprağa verdiğimiz şehitlerin bedeli değil. Cevap ise, -ben olsam ben de aynı cevabı verirdim- bana ait değil. Soruyu bir Kürt siyasetçi soruyor. Bahsettiği bedel, sayısını 25.000 olarak verdiği dağda ölen Kürtlerin bedeli. Cevap ise Bejan Matur'a ait. Bedel istemenin bedeli: Bedel ödemeye devam etmek. Bedel isteyenlerin soruları, hangi tarafta olursa olsunlar aynı. Bedel isteyenlere verilecek cevap da aynı: Bu fasit daireyi bir yerinden kırma iradesi ve cesaretini göstermek. Ama nasıl?
Bejan Matur benim çok önem verdiğim yazarlardan. Aydınlatıyor ve arındırıyor. Bir şairin, üstelik bir kadın şairin kalemini dokundurduğu konular bambaşka bir şekle bürünüyor. Hiç görmediğiniz, hiç farkında olmadığınız şeyleri kavradığınızı hissediyorsunuz. Ayrıntılara gizlenen şeytanı zarif bir hareketle ayaklarından kavrayıp havaya kaldırıyor ve hepimizin gözüne sokuyor. Önceki gün Zaman'ın yorum sayfasına uzunca bir aradan sonra yazdığı "Kürtlerin ve Türklerin Algısı" yazısı Kürt Sorunu üzerine gerçekçi bir fikir sahibi olmak isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir yazı. Bejan Matur, hemen yanı başımızda var olan ama hemen hiç farkında olmadığımız bir dünyayı fotoğraf netliğinde önümüze koyuyor.
Diyarbakır'da Ankara ve İstanbul'dan bakınca asla anlaşılamayacak bir "ruh hali siyaseti", bambaşka bir zihinsel algının eşliğinde yürüyor. "Bambaşka değerlerin ... kendi iç hiyerarşisini ürettiği bir siyasî atmosfer"den söz ediyor. Bejan Matur'un şu cümlesi Kürt Sorunu'nu insaf sınırları içinde anlamanın anahtarı olmalı: "Şiddetle bağlantısı olmayan, kendi gündelik hayatında şiddete asla tolerans göstermeyen, son derece iyi niyetli pek çok kişi, hiç farkında olmadan şiddetin bir parçası, hatta destekçisi haline gelebiliyor orada." Karşımıza ödenen bedele veya bedellere göre oluşan doğal bir siyasî hiyerarşi çıkıyor. Liyakat sistemi, kimin ne kurban verdiğine, hayatını ne ölçüde vakfettiğine dayanıyor. Bu bedel hiyerarşisini aşıp, eşitlikçi ve özgür bir demokratik mekanizma üretilemiyor.
Çocukları dağda olan ailelerin, çözüm bulmaları ve çocuklarını dağdan indirmeleri için DTP'yi Meclis'e gönderdiklerini söylediğini naklediyor, Bejan Matur. Bir yanda acıyı ve kanı durdurma talebi, öbür yanda ödenen bedellere göre oluşmuş bir liyakat hiyerarşisi. Bu sosyolojik zemini tanımak, insaf ölçüleri içinde sorunu çözmek isteyenlerin ilk görevi olmalı. Batman Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan'ın, "Dağda yaşayan insanımız ülkenin en onurlu insanıdır." cümlesini kestirmeden "teröre övgü" olarak görebiliriz. Bejan Matur bizim önümüze bu cümleyi, ülkenin Batısı ile bölge insanı arasındaki "algı uçurumu" olarak koyuyor. 24 yılın kan deryasının kenarında biriken öfkenin ve nefretin böyle bir "algı uçurumu" oluşturması doğal değil mi? O zaman sorunun tarafların gözünde nasıl algılandığını, sözü edilen "onur" meselesi üzerinden okumayı denemeliyiz. DTP'ye oy veren iki milyon seçmenin algısını tanımak için Bejan Matur'un verdiği anahtarı kullanabiliriz: "DTP'ye oy veren ortalama bir Kürt'ün zihin dünyasında dağda olmak özgürleşmenin, onurun simgesi." Bu zihin dünyasını bugüne kadar sadece yargılamakla yetinenler, şayet olan biteni anlamak istiyorlarsa bu şifreleri mutlaka kullanmalılar.
Bir insanın doğumuyla birlikte kazandığı nitelikleri, yani etnik kimliğini "köleleşme" veya "boyun eğme" sebebi olarak görmesi, karşılığında bir onur arayışına girmesi. Yolsuzluk ve çaresizlik içinde şartlar zorlaştıkça, onu dengeleyecek olan "onur"u giderek artan oranlarda şiddetin gerekçesi haline getirmesi.
O zaman çözüm, şiddete gerekçe olan onurun kendini bulacağı ve ifade edeceği alabildiğine zengin alternatif bir dünyanın inşa edilmesi. Demokrasinin teminat altına aldığı insan onurundan başlayarak siyasetin yaratıcı dilinin ve yöntemlerinin özgürce onurun peşinden gitmesi.
Kaynak: Zaman