Haftasonu Abant Platformu tarafından düzenlenen 'Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı toplantıyı izledik.
Çok sayıda akademisyen, gazeteci, yazar ve aydının katılımıyla gerçekleşen toplantı, sorunu konuşabilmek ve tartışabilmek adına önemliydi ve başarılıydı. Abant Platformu, bence çok zor şartlar altında, siyasetin köşeye sıkıştırıldığı bir dönemde cesur ve geleceğe dönük bir adım attı. Tıpkı daha önceki toplantılarında olduğu gibi.
Buraya kadar sorun yok. Ancak bu toplantının benim açımdan hayal kırıklığı yaratan bir yanı var. Söylemeden geçmek, en azından bu kadar emekle ve yürekle bu organizasyonu gerçekleştirenlere haksızlık olur.
Kürt sorunu hassas bir konu. Toplantı sonunda yayınlanan metinde de dikkat çekildiği gibi bu noktada en öncelikli adım, 'çözüm dili'nin oluşturulması. Platform gerçekten de çözüm için elverişli bir iklim, dil ve zemin oluşması bakımından önemliydi.
Ancak kimi katılımcıların kullandığı dile bakıldığında, sorunun sıkça iddia edildiği gibi tek taraflı olmadığını bir kez daha görmüş olduk.
Bir dil, daha doğrusu ayrıştırıcı ve sürekli Türkler-Kürtler zemininde ortaya konulmaya çalışılan rahatsız edici bir uslup, biraz da birkaç katılımcının 'şov' merakı yüzünden iyice can sıkıcı hale geldi.
Karşılıklı bir anlama gayreti, acıları paylaşma çabası, bu tuhaf ve tepkisel dil yüzünden sürekli olarak 'Siz bizi anlayamazsınız, acılarımızı bilmiyorsunuz, bildikleriniz denizde bir damladır' tavrıyla geri çevrildi. Özellikle de avukat Rojbin Tuğan tarafından ortaya konulan tablo, böyle bir ruh halini yansıtıyordu.
Şu sözler katılımcılardan Prof. Dr. Mümtazer Türköne'ye ait:
'Türkler ve Kürtler ayırımı doğru bir ayırım değil. Dün Rojbin burada çok duygusul tablolar ortaya koydu. Benim de gözlerimin dolmasına neden olan tablolar idi bunlar. Ama bu tür tabloyu karşı taraf da üretebilir. Belki en az bu kadar dramatik hikayeler bunlar. Bu tür hikayeler bizi faşizme götürür.
Rojbin'in anlattıkları, çok profesyonelçe çekilmiş bir filmden alınan enstantaneler gibi geldi. Kürt aydınları, konuyu sadece Kürt sorunu olarak ele alıp çözmeden yana. Oysa sorunlara böyle yaklaştığımızda sorunu çözemeyiz. Türkiye'de hiç Kürt Türk ayırımının yapılmadığı demokratik çözümler bulmalıyız.'
Sorunun sahibi edasıyla gezenler, Türköne'nin ifade ettiği bu çerçeveden kuşkusuz rahatsızlık duyacaklar. Çünkü Türkiye'de Kürt sorunundan beslenen, sorunun devamını adeta varlık sebebi sayanlar, sadece bazı devlet güçleri ya da odaklar değil.
Abant'ta önemli bir aşamaya geldiğimizi farkettim. Uzun yıllardır Kürt sorunu üzerinde görüş ifade edenler, gelinen noktada yeni sözler söyleme yeteneğini kaybetmiş durumda. Bu da onların çözüm çabasında olmalarından çok, soruna tutunma gayretlerini artırıyor. Kullanılan ayrıştırıcı dil de bunun yansıması.
Çok az katılımcı dikkat çekti. Oysa AK Parti hükümetleri, bu hassas sorunla ilgili gerçekten önemli adımlar attı. Siyasetin bu konuda çözüm üretebile yeteneği olduğunu uzun yıllar sonra yeniden ortaya koydu. Nitekim 22 Temmuz seçimlerinde aldığı sonuç bunun ifadesiydi. Bunun üzerinde daha kuvvetle durulmalıydı. Belki de en doğrusu hükümetten bir ismin gelip bunları anlatması olabilirdi.
Bu sorun daha çok tartışılacak. Ancak doğru adım atabilmek için sorundan beslenen anlayışların kendisini ciddi olarak gözden geçirmesi gerekiyor.
Bu toplantıda hemen herkes şiddetin bir çözüm olmadığını ifade etti. Ama şiddeti reddetmek için, aynı zamanda onu besleyen dili terketmek gerekiyor. Bu, sorunun tüm tarafları için geçerli.
Kaynak: Star