Kürt sorunu veya Güneydoğu meselesi, dönemsel olarak farklılıklar arzediyor. Sorunun isimlendirilmesi konularında ciddi bir ihtilaf olduğundan, ben her iki tanımlamanın da mümkün olabileceğini düşünüyorum. İsteyen “Kürt sorunu” desin, isteyen “Güneydoğu meselesi”. Ortada bir gerçek var: Bu ülke insanlarının bir bölümü mutlu değildirler, sorunları vardır. İşte bu mutlu olmayan insanların sorunlarını ele almak gerekir.
Beş sene önceki Kürt meselesiyle bugünkü aynı değil. Avrupa Birliği’nin 2004 yılında Kürt konusunu “İlerleme Raporu”na alıp Kürtlerden “azınlık olabilecek bir etnik grup” şeklinde söz etmesi, bu sorunun rengini değiştirdi. Bunun önemli bir kırılma noktası olduğunu düşünüyorum.
2004 İlerleme Raporu, “AB’nin kendine özgü çözümü”yle soruna müdahil olduğunu gösteren önemli bir işaretti. Yeni gelişmeler ışığında ortaya çıkan durumlar ABD’nin de şimdi soruna müdahil olduğunu göstermesi bakımından kayda değerdir. ABD’nin çözümü biraz daha farklı. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde Irak’ın bölünmesi, bu süreçte Kerkük petrol bölgesinin kurulacak muhtemel Kürt oluşumuna –hadi adını koymak lazım bir Federe Kürt Devleti veya Bağımsız Kürt Devleti- verilecek olması ve İsrail’in bu konuya azalmayan ilgisi sorunun boyutunu değiştirdi. Şimdi bölge ülkeleri (Türkiye, İran ve Suriye) birkaç bilinmeyenli denklemle karşı karşıya bulunuyorlar.
Bütün bu gelişmelerin önemli sayılabilecek mahiyette birtakım sonuçları ortaya çıkması elbette şaşırtıcı değildi. Şunu söylemek abartılı olsa bile, bir ölçüde doğrudur: Kürtler –iktidar mücadelesi veren seçkin zümreleri bakımından- kendi içlerinde şizofrenik bir duruma düştüler. Aleviler gibi Kürtler de, yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede “azınlık (ekalliyet)” olarak tanımlanmaktan derin bir rahatsızlık duydular. Kürt elitinde söz konusu tanımlama belki belli bir memnuniyet sağlamış olabilir, ama halkta rahatsızlığa sebep olduğu muhakkak. Tarihi kolektif hafıza ve ma’şeri vicdan göz önüne alındığında, azınlık statüsüyle hak ve özgürlükler konusunda kısmi bazı avantajlar kazanacak olsalar dahi, “azınlık” olmak “gayrimüslim” duruma düşmekle eş anlamdır. Bu çok ciddi travmaya sebep olabilecek bir faktör. Benzer ifadeye Alevilerin de sıcak bakmaması azınlık kavramının doğru bir tanımlama olmadığını gösteriyor.
22 Temmuz seçimlerinde AK Parti’nin bölge ölçeğinde elde ettiği beklenmeyen başarı bu şizofrenin ipuclarından biridir. Atlan Tan’ın çok açık bir biçimde gösterdiği gibi Kürt halkıyla, eliti ve aydınları arasında bir gerilim yaşanıyor. Halkın genelinde bir korku başladı. İki şekilde ortaya çıkıyor bu: Biri ‘bütün dünya arkamızda, AB ve İsrail bizi destekliyor? Ayrılmak doğru bir karar mı?’ İkincisi, ‘bütün dünya bölgesel entegrasyona doğru giderken, ayrılmak lehimize mi olur, yoksa aleyhimize mi?’ Süreç içinde birtakım kazançlar elde etsek bile, uzun vadede Araplar, Farslar ve Türklerin tarihsel husumetlerini kazanır mıyız? ABD ve Avrupalılar geçmişte olduğu gibi bizi bir kere daha satar mı? Satsa ne olur? Bunu çok ciddi bir biçimde Kürtler kendi içlerinde tartışıyor.
Bölgeye baktığımızda, şehirleri ya Türklerin ya Süryanilerin ya Arapların ya da Ermenilerin kurduğunu görüyoruz. Bir Kürt şehri yok. Kürt mimarisi yok. Kürtler şehre indiği zaman bir süre sonra o şehrin rengine bürünüyor. Kolayca ona adapte olabiliyorlar. Batıya gelenler hem sermaye açısından hem kültürel açıdan diğer etnik gruplarla kolaylıkla entegre oluyorlar ki, bunu sorunun çözümünde önemli bir şans olarak görmek lazım. Hiç kuşkusuz bundan da anlaşılması gereken “bütünleşme ve bir arada yaşama”dır, yoksa modern ulus devletin emrettiği formatta “asimilasyon” değildir, olmamalıdır da.