Pazartesi yayınlanan 'DTP'den umutlu olabilir miyiz' yazıma pekçok tepki aldım. Olumlu ya da olumsuz tepkilerin yoğunluğu, Türkiye'de gündemin merkezinde hangi sorunun yer aldığını bir kez daha ortaya koyuyor.
Kürt meselesini hak ve özgürlükler zemininde tartışmak size pekçok avantaj sağlıyor. Geniş bir kamuoyu desteği arkanızda. Üstelik kimsenin kolay kolay aksini savunamayacağı tezlerle işiniz daha da kolaylaşıyor.
* * *
Ne zaman ki işin bundan ibaret olmadığını söylemeye kalkışırsanız, işte o zaman bu tartışmayı yürütmek bir hayli zorlaşıyor.
Meselenin hak ve özgürlükler boyutunda bugüne kadar alınan mesafe elbette çok önemli. Üstelik demokratik kazanımlar, sadece Kürtler adına değil, ülkenin tamamında sonuçlar üretiyor. Kimsenin bunları hafife almaya ya da değersiz göstermeye hakkı olamaz.
Ancak Kürt meselesi ve onun etrafındaki diğer başlıkları, sadece bu boyutuyla tartışmak bizi ciddi açmazlara sürüklüyor. Bir taraf 'Her istediklerini verdik daha ne istiyorlar' öfkesine savrulurken, diğer yanda elde ettiklerinin sahiden kendi istedikleri olup olmadığını anlamaya çalışanların sancısı yer alıyor.
Tartışmayı sadece bu zeminde yürütme şansımız yok. Kürtçenin önündeki engellerin kaldırılması, peşpeşe ortaya çıkan açılımlar, şu saat itibarıyla ülkenin geniş bir kesiminde karşılık bulan yeni anayasa talebi, sorunun sınırlarını ve dolayısıyla da çözümün sahiciliğini oluşturmaya yetmiyor.
* * *
Peki bu tabloda eksik olan ne?
En dikkat çekici olan, Türkiye'de yaşayan Kürtlerin, özellikle de kendisini 'kimlik' siyaseti ile ifade eden kesimin, atılması gereken her adımı bir şekilde devletten ya da siyasi merkezden bekliyor olması.
Siyasi merkezle kurulan bu ilişkinin belli bir alışkanlığın devamı olduğunu söylemek mümkün. Zihin kodlarımızdaki devlet algısı buna son derece müsait.
Fakat asıl önemlisi, ister bağımsızlık gibi uç talepler üzerinden, isterse Kürt kimliğinin kabulü üzerinden olsun; çok geniş bir yelpazede mücadele verenlerin, iş çözüme gelince sanki kendilerine düşen bir şey yokmuş gibi davranması.
Bunun başlıca nedeni mevcut uluslararası şartların ve onun sağladığı avantajların getirdiği rahatlık. Özellikle PKK-DTP hattında yer alan ve politik kültürleri hayli yüksek olan Kürtler, saatlerini Ankara'ya bakarak ayarlama konusunda pek de hevesli görünmüyorlar. 'Uluslararası aktörler bu meseleyi bir şekilde, hatta gerekirse zorla da olsa çözdürecek' anlayışı hayli yaygın.
Yine sözkonusu çevrelerde yaygın olan 'Ne yapalım, başka türlü Türkiye bu sorunu çözmeye yanaşmıyor' tezleri işimizi kolaylaştırmıyor. Uluslararası dayatmaların ortaya çıkardığı bir çözüm arayışının, kendi içimizde nasıl bir barış tesis edeceğini nedense konuşmuyoruz.
Siyaset, hızlı ve kendisine en az hasar veren çözümü ararken, uluslararası dengeleri bulunmaz nimet sayıyor. Sorunun öteki yanında bulunan Kürtler ise uluslararası aktörleri bir kalkan olarak kullanmakta sakınca görmüyor.
* * *
Ebette bu coğrafyada düne kadar kendisini bir ve bütün sayan Müslüman tebaadan, bugün farklı etnik aidiyetler ortaya çıkarmak, öncelikle 'ulus devlet' denilen dayatmanın bizlere 'hediyesi'. Yazık ki bunu konuşacak durumda değiliz.
Irak Kürtlerinin Amerikan işgaliyle elde ettiği 'kazanımlar', kuşkusuz bölgedeki tüm Kürtleri bir şekilde etkiledi.
Ama tüm bunlar bizim ihtiyacımız olan çözüme ya da barışa ne kadar hizmet eder; işte onu tekrar tekrar düşünmek zorundayız.
Kaynak: Star