Kürt dervişleri dışlanınca

DTP'nin kapatılması kararı için elbette yargıya saygılıyız ama sanıyorum açılım süreci için hiç iyi olmadı. Parti kapatmanın da, kapatılmaya çanak tutmanın da hep karşısında oldum.
Siyasetin, hukuka dayatmasının da sınırı var. O sınırda Anayasa Mahkemesi devreye girdi.
Bir terör örgütü olan PKK'nın uzantısı olduğu izlenimlerini veren söylemler, görüntüler çığırından çıkmıştı. PKK ve Abdullah Öcalan, demokratik açılım için muhatap olarak "referans" nasıl gösterilirdi?
Bir siyasi parti eşbaşkanı "Biz de dağa çıkarız" nasıl diyebilirdi?
"PKK olduğu için biz buradayız" söylemini, seçilerek Ankara'ya gelmiş olmanın "şifresi" haline getirmek 40 bin insanımızın "kan" sorumlularını yüceltmek, hukukun üzerinden yürüyüp geçmek değil mi?
Sanki, demokratik çözümün önüne kalaşnikof seçeneği koymak gibi algılamalar üretmektir bu.
Daha pek çok yanlışın örneklerini sıralayabilirim.
Ancak..
Gene de... DTP'nin kapatılma kararını beklemiyordum.
"Keşke kapatılmasa" diye düşünüyordum.
Anayasa Mahkemesi'nin AKP için aldığı kararın eşini umut ediyordum. DTP'nin çizgisinin mahkûm edildiği ama partinin kapatılmadığı "ak" ve "kara" arasında "gri" bir karar.
Öyle ki...
Demokratik açılım sürecinde DTP'ye "aklını başına al yoksa kapatılırsın" mesajı verilsin ama bu süreçte demokrasinin halk oylarıyla seçilmiş adresindeki kapı açık kalsın.
Gerçi, bundan önce olduğu gibi DTP'nin yerini alacak parti hazır. DTP'den istifa edecek -siyasi yasaksız olanlar- bir günde o partiyi mesken yapacaklar ama her şey o kadar basit değil.

Siyaset ekolojisi
Sakın yanlış anlaşılmasın. Kesinlikle "aşağılama" yapmıyorum sadece demokrasinin "ekolojik" gerçeğini yansıtarak soruyorum:
"Kafası koparılmış kertenkelenin canlı kalan kuyruğu hangi kerteye kadar temsil gücüne sahip olur?"
Bu sürecin ihtiyacı deneyimli isimlerdi.
Kürt sorunu coğrafyasında yıllardır "dervişlik" yapan ve yolculuk çilesi "çıkmazlarını" yaşayan ve bilenler aktif siyaset dışına itilince ne olacak?
Örneğin...
Ahmet Türk ve onun gibi görmüş geçirmiş, çile çekmiş, bazen hiç olmadık ve kendisinden beklenmeyen laflar etmiş olsa da -nispeten- ılımlı çizgideki isimlerden söz ediyorum.
Anayasa Mahkemesi'nin kapatma kararındaki "siyasi yasaklılar" listesinde yer alan onların yerlerini Emine Ayna gibilerin alacak olmasının kaygısını yaşıyorum.
DTP içinde -keskinlere nispetle- Ahmet Türk çizgisindeki ılımlılar daha güçlüydü. PKK'yı da etkiliyorlardı.
Anayasa Mahkemesi'nin "DTP'yi kapatma" kararından sonra Ahmet Türk'ün gazetecilere yaptığı sağduyulu konuşma göstergedir.
Şimdi diyalog kanalları kimlerle açılacak?

DTP'NİN İPİNİ ÇEKMEK
DTP'nin kapatılma davası Anayasa Mahkemesi'nde uzun süredir bekletiliyordu.
Raftan indirilerek, neden yargılama gündemine alındı.
Bunu da sorgulamalıyız.
Habur'dan giriş sanıyorum DTP'nin ipini çekti.
İsmet İnönü "Başta yapılan vahim hata, sonuna kadar savaşa tesir eder" demişti.
"Savaş" yerine "barış" koyarak bir kelime değiştirelim.
Bu söylemi "Başta yapılan vahim hata, barışı, sonuna kadar etkiler" diye yazalım.
Türkiye bugün toz duman olmuşsa nedeni daha başta PKK'lıların Habur'dan giriş manzarasıdır.
Üzerlerinde PKK'nın dağ giysileri ve parmaklarında "zafer işaretiyle" otobüs üstünde gösterilerle Habur'dan giriş yaptılar..
İşte bu görüntülerden sonra "açılımın çivisi çıktı."
Toplumun psikolojisi bozuldu.
Büyük çoğunluğun "olmaz böyle şey" diye tepki göstermesine karşılık PKK'ya yakın duranlar da "kayış sıyırdı."
Onlar "Demek ki bugüne kadar kendimize boşuna oto sansür uyguluyormuşuz. Baksana Kandil'den inenler giysileriyle ve caka yaparak giriş yaptılar. Biz neden geri kalalım" havalarına girdiler.
Frenler patladı.
Bir yandan "pervasızlık" öte yandan "tatminsizlik" açılımı oluştu.
İlk kez askeri tesislerin taşlanmasına varan sokak eylemleri sürüyor... Artık "demokratik açılımın getirecekleriyle tatmin sağlamak" çok zor.
Beklenti köpürtülüyor, kabartılıyor.
Habur'dan giriş, Avrupa'dan girişin de önünü kesti. Kuzey Irak kamplarından siviller bile gelemiyor.
Açılımın aynası kırıldı... Vitrini boşaldı.
O boşluğu "sokağa akan eylemler, etnisite tepki dalgaları, taşlamalar ve hatta son Tokat pususuyla kan" dolduruyor.
Başta yapılan vahim hata, İsmet İnönü'nün işaret ettiği gibi tesirini arttırarak sürüyor.
İşte, DTP'nin ipini çeken süreç.
Ne yazık ki, DTP'nin bir kanadı da, fren sistemi köreltilmiş alametteydi; "Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete" rüzgârına kapılmıştı.

Normalden sapıldı
Oysa... Daha önceleri dağdan inerek teslim olmaya gelen PKK'lılar için uygulanan yöntem bu kez de tekrarlansaydı "alternatif tarih" yazılırdı. Demokratik açılım için çok farklı manzaralar yaşanırdı.
Daha önceki "dağdan inişleri" yaşayanlardan dinledim.
Sınıra gelmeden, PKK giysileri çıkarılıyor. Silahlar zaten yok. Daha önce hazırlanmış siviller giyiliyor.
"Alâyiş" yapmadan "sade" bir sınır kapısı girişi yapılıyor.
Şu kadarının altını çizeyim ki zaten bu son simgesel "Kandil'den dönüş grubu" için de aynı prosesin uygulanması öngörülmüştü.
"Koordinasyon bozukluğu mu", yoksa Habur girişinden görüntüler için "yapana değil, yaptıranlara bak" mı desem?
Ancak şu soruyu da yöneltmekle yetineyim şimdilik:
"Yoksa hata sınırın o değil, bu tarafında mı?"
Sorumu yazın bir kenara...
Zaten o nedenle satırlarıma İsmet Paşa'nın ünlü söylemiyle girdim.
Yazık...

Kaynak: Milliyet