Kürt açılımından ne çıkabilir?

Devletin mutfağında pişirilen, ancak hükümet tarafından kamuoyuna servisi yapılan "Kürt açılımı"nda, zamanlama açısından iki faktörün rol oynadığını düşünüyorum:

1) ABD Devlet başkanı Barack Obama'nın 6 Nisan'da TBMM'de yaptığı konuşmada verdiği sinyaller. Bu konuşmada Obama, Kürt sorunu, Ermenistan'la ilişkiler ve Ruhban Okulu konularında iyileşmeler yapılmasına vurgu yapıyordu. Diğer partiler yanında DTP Başkanı Ahmet Türk'le bahusus Kürt konusunu görüşmüş olması manidardı.

Bu sırada Kürt sorunu ABD için her şeyden önemli. Irak'tan ABD'nin çekilecek olması, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'nin karşılaşması muhtemel olan sorunlar ve bu çerçevede bölgesel bir güç ve ABD'nin stratejik müttefiki olarak Türkiye'nin oynaması muhtemel rol Kürt sorununu öncelikli kılıyor, Türkiye'yi öne çıkarıyor. Bu aşamada Kuzey Irak'ın zarar görmemesi ABD için son derece önemlidir. Amerika hem Kürtlerin bir kere daha ihanete uğradıkları/uğratıldıkları hissine kapılmalarını istemiyor, hem de uzun vadede kendi politik modeli olan federasyonun Irak'ta başarılı olmasına çalışıyor. Bu aşamada Türkiye'nin oynayabileceği önemli rol olduğu düşünülüyor. Türkiye, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimini koruyacak ve Araplar üzerindeki etkisini arttırıp siyasallaşmış bulunan Şii nüfusu ve İran'ın bölgesel patronajlığını dengeleyecek. ABD, bölgeyi bir yola koyarken ağırlığını Afgan-Pakistan hattına kaydırmaktadır.

2) Sorunun şu veya bu çerçevede yeni bir mecraya gireceğini hesaplayan Abdullah Öcalan'ın 15 Ağustos'ta çözüm için bir yol haritasını açıklayacağını ilan etmesi ve bu yolda belki de ilk defa toplumun çeşitli kanaat önderleri, yazar ve sivil toplum kuruluşlarıyla avukatları aracılığıyla görüşmesi. Devlet, ön almak üzere kendisi harekete geçti, benzer bir yöntemi izleyerek çeşitli görüşmelerde bulundu. Öcalan'ın sözünü ettiği "yol haritası"nı oluşturmak üzere takip ettiği yöntemle hükümetin başlatıp takip ettiği yöntem neredeyse tıpatıp aynı. Şimdilik Öcalan'ın açıklaması ertelendi, bu aşamada hükümet ile Öcalan yarışa girdiler, biri diğerinin yol haritasını dekarte etmenin mücadelesini veriyor.

Şu ana kadar ortaya çıkan verilere bakacak olursak, hükümetin sorunu çözme kapasitesi hakkında doğru dürüst bir fikir edinmek güç görünüyor. Kabul etmek lazım ki, Kürt sorunu Türkiye'nin en büyük ve en ağır sorunudur. Hükümetin kendi iradesiyle bir çözüm peşinde olduğuna, inisiyatifi hükümetin başlattığına ilişkin kuşkular var.

Daha geçen sene Başbakan R. Tayip Erdoğan "Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak" diyor, pompalı tüfekten bahsediyor, "ye sev ya terk et" demeye getiriyordu. Gerek Beşir Atalay gerek Hüseyin Çelik, bu açılımın açıkça bir "devlet projesi" olduğunu söylüyorlar. Görüşmelerden elde edilenlerin değerlendirilmesi için bir "devlet kadrosu" kurulmuş (bu dahi PKK'nin 'dağ kadrosu'ni çağrıştırıyor).

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un çizdiği çerçeve içinde gelişecek gibi görünüyor, bu da "bireysel özgürlükler"i aşan nitelikte olmayacaktır. Başbuğ, ulus devlet, üniter yapı ve bireysel özgürlüklere vurgu yapıyor ki, burada resmi paradigmanın etkin olarak fonksiyon görmeye devam ettiği görülmektedir. Halbuki yerleşik liberal veya milliyetçi bakış açısını aşan daha kapsamlı çözümlere ihtiyaç var. Bu sorun, başka bir değerler çerçevesine, acıkça İslam'ın referans kaynaklarına müracaat etmeyi gerektiriyor. Sorunu çözecek olan fikri ve politik malzeme İslam'ın ana kaynaklarında ve tarihi tecrübemizde yatmaktadır. Devlet ve hükümet de, PKK ve DTP de bu kaynaklardan hayli uzakta bulunuyorlar.

Başbakan'ın dediği türden bazı mevzii iyileşmeler yapılacak olsa bile, bunun için temel bir anayasa değişikliğine ihtiyaç vardır. Mevcut durumda AK Parti hükümeti ne anayasada değişiklik yapabilir ne yeni bir anayasa. Meclisteki sandalye sayısı buna yetmez, kaldı ki 10 ve 42. maddelerdeki düzenleme dolayısıyla Anayasa Mahkemesi tarafından 'laiklik suçu' işlendiği kabul edilmiş ve ceza yemiştir. CHP ve MHP'nin bir anayasa değişikliğine destek vereceğini beklememek lazım. DTP destek verse bile bu sayısal olarak hem yetmez, hem yeterse de AYM yine geri çevirir. Ancak küçük bir ihtimali de göz ardı etmemeliyiz: Eğer bu askerlerin destek verdiği bir 'devlet projesi' ise o zaman, CHP destek vermeye zorlanır, düzenlemeler Yüksek mahkemeye gitmez, gitse de iptal edilmez. Böyle mi değil mi, önümüzdeki günlerde anlayacağız.

Temel bir anayasa değişikliği olmayacaksa bazı sembolik adımlar atılabilir. Yöresel isimlerin iade edilmesi, Mahmur Kampı'ndakilerin önemli bölümünün Türkiye'ye getirtilmesi, Mardin Artuklu Üniversitesi'nin Kürdoloji Enstitütüsü'nün faaliyete geçmesi, dünyanın ilk büyük 10 işkencehanesi arasına giren Diyarbakır Cezaevi'nin eğitim kurumuna dönüştürülmesi ve bir ihtimal Kürtçe'nin seçmeli ders olarak kabul edilmesi gibi. Zaten Başbakan da "Anayasa değişikliği gibi zor işlere girmeyi düşünmediklerini" söylüyor.

Hiç kuşkusuz Kürt açılımında en çok tartışılan noktalardan birisi de muhatap meselesidir. Bu konuda çetin bir rekabet başladığını gözlemek mümkün.  Kürt sorununda muhatap önemlidir. Soyut anlamda bütün Türkiye muhataptır. Çünkü herkes şu veya bu düzeyde bundan etkilenmiş bulunuyor. Başbakan Erdoğan'ın DTP lideri Ahmet Türk'le görüşmesi önemlidir, bu, hükümetin DTP'yi muhatap aldığını gösteriyor. Ancak eğer PKK ve özellikle Abdullah Öcalan devre dışı bırakılacak olsa, açılımın kitlenebileceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok.

Bazı durumlarda yöntem mahiyetten önemli ve önceliklidir. Bu yüzden fıkıh usulünde "Usul esasa takaddum eder" denmiştir. Takip edilen yol yanlışsa, arzu edilen hedefe ulaşılmaz. Benim başından beri teklif ettiği müzakereci siyaset yolunun takip edilmesidir. Bu sorun müzakereci siyasetle çözülür ancak. Müzakere süreci çok ortaklı, çok aktörlü ve müzakerelerin aşağıdan yukarıya doğru yürütülmesi şeklinde olmalıdır.

Mevcut durumda süreç böyle işlemiyor. Ben başından beri hükümetin "bir paket" değil de "bir süreç" başlatmış olmasını olumlu buldum. Ama ilk toplantıyı İçişleri Bakanlığı'nın inisiyatifinde ve Polis Akademisi'nde yaptı. Sürecin sembolik anlamı yanlış seçilmiş oldu.  İkinci yanlış, ana çerçeveyi çizmek üzere çağırdığı 12 zatın devlet, hükümet, AB ve ABD çizgisinde yazan insanlardan seçilmiş olmasıdır. Hepsinin ortak paydası liberal düşünmeleri ve hükümeti desteklemeleridir. Oysa ilk toplantıda DTP'den, bağımsız Kürt aydınlarından, kanaat önderlerinden, MHP'den ve Türk milliyetçilerinden, İslamcılardan, muhafazakar sağcılardan, CHP'den, bağımsız sol ve sosyalistlerden, alevilerden ve azınlıklardan da temsilcilerin olması gerekirdi. Böyle olmadı.