Kürt açılımına farklı bir yaklaşım1

AK Parti hükümetinin terminolojik ısrarına rağmen kamuoyunun "Kürt açılımı" olarak adlandırdığı, PKK terörünü bitirmenin yanı sıra Kürt kökenli vatandaşların siyasal ve kültürel haklar kataloğunda köklü bir iyileştirme ve genişletmeyi amaçlayan demokratik reform süreci ile ilgili olarak hükümet dışındaki farklı siyasal kesimlerin ortak düşüncesi, bu sürecin Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması ile birlikte akamete uğradığı.
 
 
 
Açılımın muhalifi konumundaki toplumsal kesimler bu başarısızlıkta kendi siyasal çizgilerinin teyidini görürken; sürece umut bağlamış kesimler için böylesi bir projenin daha başlangıçta başarısızlıkla anılması talihsiz olduğu kadar, kaçırılan veya kaçırılmak üzere olan tarihî bir fırsat anlamına geliyor. Kuşkusuz açılım projesinin başarılı olup olmadığı, eğer başarısız olduysa bunun hangi nedenlerden kaynaklandığı üzerinde etraflı bir tartışma sürecine ihtiyaç vardır.

Bu yazıda hem açılım programının (hükümet tarafından kamuoyuna sunulduğu kadarıyla) kuramsal bir eleştirisi yapılacak; hem de açılım sürecini en az hükümet kadar olumlayan ve sürecin çıktılarına yönelik önemli beklentileri olan Kürt siyasetinin bu süreçte oynadığı rol masaya yatırılarak; bu kesimde siyaset yapan aktörlerin söylem ve icraatlarına yönelik eleştirel bir analiz denemesi yapılacaktır. Söz konusu bu analize kaynaklık eden veriler, Metropoll Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi'nin konuya ilişkin olarak Ağustos, Kasım ve Aralık 2009 tarihlerinde yürüttüğü Türkiye Siyasal Durum Araştırmaları'na dayanmakta olup; ağırlıklı olarak açılıma yönelik tartışmaların yoğunlaştığı Kasım 2009 tarihine ait bulgular dikkate alınacaktır. Kuşkusuz açılıma ilişkin sert, muhalif bir politika yürüten CHP ve MHP başta olmak üzere; açılıma kuşkuyla yaklaşan siyasal kesimlerin tavrının bu bağlamda niçin hesaba katılmadığı, sorgulanmadığı ifade edilebilir. Ancak açılıma ilişkin politika üreten tüm aktör ve kurumların pozisyonunu böylesi dar kapsamlı bir yazıda incelemenin zorluğu ortadadır. Bu nedenle öncelikle açılımın mimarı durumundaki hükümet ile açılımın muhatabı konumundaki Kürt halkı adına siyaset yapan, kapatılmış DTP ile onun devamı niteliğindeki Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) politikalarını "açılımın tarafı" olarak irdelemek, bir başka yazıda da açılımın muhalifi konumundaki siyasi parti ve aktörlerin durumunu masaya yatırmak daha tutarlı olacaktır.

DOĞRU BİR PROJEYİ UYGULAMANIN ZORLUĞU!

Açılıma ilişkin sert bir muhalefeti yürüten CHP ve MHP dışındaki siyasal aktör ve kurumların üzerinde uzlaştığı önemli noktalardan biri hükümetin açılımla doğru bir demokratikleşme istikameti seçtiği, kanayan toplumsal yaraya doğru bir müdahalede bulunduğu, ancak sürecin başında bir dizi önemli hataya imza attığıdır. Bu görüş Kasım 2009 tarihine ilişkin araştırma bulguları tarafından teyit edilirken; halkın % 34,9'u hükümeti demokratik açılımı yönetme bağlamında tamamen veya kısmen başarılı bulurken, yarıdan fazlası (% 59,1) hükümetin açılım hususunda başarısız olduğuna inanmaktadır. Kuşkusuz demokratik bir perspektiften bakıldığında hükümetin "Milli Birlik ve Beraberlik Projesi" olarak formüle ettiği bu demokratik projenin hedef ve olası kazanımlarını görmezden gelmek mümkün değildir. Yıllar içinde binlerce can alan terörün bitmesi, terörle mücadele için harcanan kaynakların kalkınma ve refahı artıracak projelere kaydırılması, ülkenin büyük bir kesimini oluşturan Kürt vatandaşlara daha geniş kültürel ve siyasal hakların tanınması, olumlu ve pozitif hedeflerdir. Ancak açılımı daha başlangıçta başarısızlığa mahkum etmek için gerekçelerin bulunabiliyor olması, bu sürecin mimarı konumundaki AK Parti hükümetinin teorik düzlemde bir hata yaptığına işaret etmektedir. Eğer Theodor W. Adorno'nun belirttiği gibi 'yanlış bir hayatı doğru yaşama şansımız yoksa', kuramsal aşamada doğru kurgulanmamış bir demokratik reform sürecini başarıya taşıma şansımız da yoktur. Kaldı ki kuramsal olarak tamamen doğru bir projeyi başarıyla uygulamaya koymanın zorluğu da yadsınamaz bir gerçektir.

Hükümetin yıllardır devlet politikası olarak uygulanmış tabu niteliğindeki bir dizi uygulamayı rafa kaldırarak, yeni politikaları hayata geçirebilmesi için gereksinim duyduğu ilk şey, sağlam bir teorik temelde kurgulanmış, kapsamlı bir demokratikleşme stratejisidir. Ancak hükümetin açılım sürecine yönelik böylesi sağlam bir stratejiye sahip olduğunu söylemek pek mümkün değildir. İlkin AB'ye ilişkin yapılan reformlara rağmen, açılım siyasetine temel ve çerçeve oluşturan anayasal zemin sağlam değil, kaygandır. Kapsamlı bir anayasa değişikliği olmadan, demokratik reform yasalarının anayasal zemini sağlamlaştırılmadan atılacak her adımın hedefe ulaşması mümkün olmadığı gibi, böylesi adımların muhalif kesimler tarafından bloke edilmesi oldukça kolaydır. Zaten uygulama aşaması bir yana, daha program kamuoyuna ayrıntılı olarak tamamen arz edilmeden, açılımın başarısızlığa mahkum edilmesinin önemli nedenlerinden biri de bu eksiklik olmuştur.
 
Hükümet tarafından açılım programında formüle edilen en önemli hedefin Türkiye'yi oluşturan, farklı dinî ve etnik alt kimliklere sahip toplumsal gruplar arasındaki birlikteliğin güçlendirilmesi, bu birlikteliği zayıflatacak ve eşitsizlik olarak görülen uygulamaların bertaraf edilmesi olduğu ifade edilmektedir. Ancak açılımın kamuoyuna takdim edildiği günden bugüne değin yaşananlara bakıldığında, bu sürecin özellikle Kürtler ve Türkler arasındaki bağları güçlendiren değil, aksine zayıflatan bir etkiye sahip olduğunu ileri sürmek mümkündür.

AÇILIMIN HALK ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI...

Kasım 2009 araştırma bulguları açıkça ortaya koymaktadır ki, hükümetin tüm çabasına rağmen halkın büyük bir bölümü açılımın milli birlik ve beraberliği sağlayacak isabetli bir proje olduğuna inanmamaktadır. Açılım sürecinin tehlikeli olduğuna ve bölünmeye yol açacağına inananların oranı % 58,4 iken, araştırmaya katılanların sadece % 32'si sürecin ülkenin birlik ve bütünlüğüne hizmet edeceğine inanmaktadır. Toplumsal tabanda açılıma duyulan bu güvensizlik o kadar belirgindir ki, açılıma ait detaylar gün yüzüne çıktıkça bu güvensizlik azalacağı yerde daha da artmıştır. Ağustos ayından Kasım 2009'a kadar, açılımı bölünme tehlikesi olarak görenlerin oranında % 8'lik bir artış gözlenmiştir. Açılıma duyulan bu memnuniyetsizlik bağlamında gelişen olayların Türk ve Kürt toplumsal kesimlerindeki ayrışmayı hiçbir zaman olmadığı kadar belirginleştirdiğini iddia etmek mümkündür. Bu ayrışmayı görmemek, ayrışmanın varlığını birlik ve beraberlik söylemi ile yadsımak, Türk ve Kürt milliyetçi kampları arasında belirginleşen çatışma ortamını çıkarları açılımdan zarar görecek güçler tarafından sahnelen provokatif eylemlerden ibaret saymak, yanıltıcı ve yanlış konulmuş bir teşhis anlamına gelmektedir. Oysaki AK Parti hükümetinin açılıma yönelik eleştirilere verdiği yanıtlar, tam da bu istikamette yoğunlaşmıştır. Benzer şekilde, açılımın özellikle şehit ailelerinde meydana getirdiği infiali MHP ve CHP'nin başını çektiği açılım karşıtı muhalefetin söylem ve istismarı ile açıklamak, pek mümkün değildir. Çünkü araştırma bulguları, halkın açılıma duyduğu güvensizliğe rağmen; MHP ve CHP ile bu iki parti liderine ait yaklaşım tarzını onaylamadığını açıkça ortaya koymuştur. Öyle ki Kasım 2009 baz alındığında araştırmaya katılanların ancak % 35,5'i CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ı demokratik açılım sürecindeki görüş ve politikalarından dolayı tamamen veya kısmen desteklemiş; bu oran MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli söz konusu olduğunda % 35,4 olmuştur. Oysaki araştırmanın muhatabı olan vatandaşların yarıdan fazlası (% 51,6) açılım sürecine olumsuz yaklaşmakta ve açılıma karşı tavır almaktadır.

Bu bulguların ortaya koyduğu bir başka gerçekse açılımın aydınlar tarafından desteklenmesine rağmen, toplumsal katmanlar tarafından kuşkuyla karşılandığının ortaya çıkmasıdır. Her ne kadar Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Güneydoğu Anadolu illerinde açılımı onaylayan ve destekleyen geniş bir halk kitlesinden söz etmek mümkünse de (% 69,2), bu destek tüm Türkiye toplumuna yayılmadığı sürece açılımın amaçlanan milli birlik ve beraberlik projesine dönüşmesi pek olası değildir. Keza açılımı yüksek oranlarda 'tamamen ve kısmen' destekleyenlerin büyük oranda DTP'li (%89,2) ve AK Partili (% 57,7); açılıma karşı olanların da çoğunlukla MHP'li (%81,1) ve CHP'li (%71,7) seçmenler olduğu göz önüne alındığında; Kürt açılımının farklı toplumsal kesimlerde dengeli bir halk desteğine sahip olduğunu iddia etmek olanaksızdır. Bu durum, CHP'li seçmenlerin % 23'ünün, MHP'li seçmenlerin ise % 12,5'inin bu açılımı 'tamamen veya kısmen' desteklemelerine rağmen değişmemektedir. Çünkü Türkiye genelinde araştırmaya katılanların % 58,4'ü sürecin tehlikeli olduğuna ve bölünmeye yol açacağına inanmakta; bu sürecin ülkenin birlik ve bütünlüğüne hizmet edeceğine inananların oranı ise % 32 civarında kalmaktadır.

Benzer şekilde demokratik açılım sürecinin Kürt sorununu tamamen çözeceğine olan inanç oldukça azdır (% 27,5). Buna karşılık açılıma rağmen Kürt sorununun çözülemeyeceğine inananların oranı % 66,8 gibi yüksek bir orana sahiptir. Bu aşamada işaret edilmesi gereken bir başka husus da, hükümetin açılım öncesi nabız yoklamak, açılımı şekillendirmek amacıyla; Kürt siyasetçi, kanaat önderleri ve sivil toplumuyla kurduğu diyaloğu Türk toplumunun muadil aktör ve kurumlarıyla kurmamış olmasıdır. Bu durum ülkeye gelen ilk PKK'lı gruba gösterilen hukuki müsamaha ve bu grubun gövde gösterisi ile birleşince Türk halkının tepkisini tetiklemiştir. Şehit anneleri tarafından dile getirilen "Onların çocukları döndü, bizimkiler dönmedi." şeklinde özetlenebilecek tepkiler bu ruh halinin anlamlı bir yansımasıdır.

Prof. Dr. Özer SENCAR Metropoll Stratejik ve Sos. Araş. Merkezi
Yrd. Doç. Dr. Ünal BİLİR Onsekiz Mart Üniv. Kamu Yönetimi Bölümü

Kaynak: Zaman