George Bush yönetimi, bu durum ABD'nin Irak bataklığında "kazanmasına" engel olacaksa, Irak Kürdistanı'ndaki müttefiklerine ihanet etmeyi göze almaz. Eğer bu durum İran'ın daha fazla istikrarsızlaştırılmasını engelleyecekse, Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü müttefiki Türkleri de çöllere terk etmeyi göze almaz. Kürdistan İşçi Partisi-PKK ile Türkiye çatışmasının ötesindeki yol kaçınılmaz biçimde bu çifte ihanet senaryosundan birisinin gerçekleşmesiyle sonuçlanacak. Washington'un istediği ne şiş yansın ne kebap senaryosunun gerçekleşmesi olanaksız.
Bush yönetiminin çifte standartları ise meteor yağmuru kadar çarpıcı. İsrail, 2006 yaz aylarında, iki askerinin Hizbullah tarafından kaçırılmasını Lübnan'a karşı önceden programlanmış bir savaşı başlatmak için kullandığı ve ülkenin büyük bir bölümünü yerle bir ettiği zaman, Bush yönetimi İsraillilere hemen yeşil ışık yakmıştı. Ancak 12 Türk askeri Irak Kürdistanı'nda üslenen PKK gerillaları tarafından öldürülüp sekizi esir alındığında, Bush yönetimi Türkiye'ye sakin ol diyor.
"Teröre karşı savaş" kesinlikle eşit-fırsatlar tanıyan bir iş değil. Bu da, Slovenyalı filozof Slavoj Zizek'in, Türkiye ile ilgili olarak yaramazca, "sanki dışarıdan biri gelip 'biz' denen o kapalı çemberi kırmış, militer hümanitarizm tekelini elinde tutanların egemenliğini ihlal etmiş gibi bir durum çıkıyor" uyarısında bulunmasına neden oldu.
ABD ve İsrail düzenleri Hizbullah'ı şeytani bir süper teröristler grubu olarak görüyorlar. Ama ABD Merkezi Haber Alma Örgütü CIA, PKK'nin İran kolunu oluşturan ve misyonu kuzeybatı İran bölümlerini "özgürleştirmek" olan PJAK'ı örtülü biçimde finanse edip silahlandırdığı için, PKK sadece "küçük" terörist sayılıyor.
Tesadüfi olmayan bir biçimde yeni PKK saldırıları da ABD ve aynı zamanda İsrail'in, PJAK'a verdiği örtülü destekle çakıştı. İsrail, Irak Kürdistanı'ndaki sürüyle ticari girişime yatırımda bulunmakla kalmadı, bilgilerini PKK'li kuzenleriyle kolaylıkla paylaşabilecek olan Kürt peşmerge özel komandolarını yaygın biçimde eğitti.
Yeni PKK saldırısı PKK'nin yeni havan topları, anti-tank silahları, roket-atışlı el bombaları ve hatta uçak savar füzeleri elde etmesiyle de çakıştı. En önemlisi de, PKK hamlesi, Pentagon'un Irak'a gönderdiği, yüzde 97'sinin üzerinde seri numarası olmayan tonlarca hafif silahın gizemli biçimde ortadan kaybolmasıyla çakıştı.
Hala çözümlenmemiş olan bu gizemden sorumlu olan şahıs, Irak'taki karşı istihbarat mesihi ve üst düzey komutanı General David Petraeus'tan başkası değil. Pentagon'un bu silahların izinin bir daha asla bulunmamasını istediği yolundaki kuşkular yabana atılır gibi değil. Ya böyle oldu ya da PKK son dönemde hafif silahlar karaborsasında son derece aktif hale geldi.
Türk-İsrail Planları
ABD medyası PJAK'la ve bir ölçüde PKK ile ilgili ABD/İsrail kaynatmasını tamamen görmezlikten geliyor. Geniş bağlam gözden yitmiş durumda. Kimse Bush yönetiminin nasıl olup da büyük Kürdistan'ın böylesine büyük bir hayranı haline geldiğini sormaya zahmet etmiyor.
PJAK; ve PKK, büyük Kürdistan cömertliklerini kullandıkları kadar, Bush yönetimi de özellikle PJAK'ı daha geniş "teröre karşı savaş" hedefi: İran'ın istikrarsızlaştırılması için kullanıyor. Bu durumda Türk-ABD ilişkileri bir savaş kaybından ibaret olacak. Türkler şimdi sadece Mesut Barzani'nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne değil, ayrıca ABD ve Brüksel'deki Avrupa Birliği'ne de karşı ayaktalar. Ayrıca PKK de Türkiye'ye Irak Kürdistanı'ndan saldırdığını reddediyor.
Türkiye ABD Senatosu'nun Irak'la ilgili "yumuşak" parçalama önerisine öfkeyle karşı çıktı. Bu Irak'a yönelik ünlü "B Planı"; aslında "B Planından" çok bir "A Planı" niteliğini taşıyor çünkü yıllar öncesinden beri ortalıkta dolaşıyor. Planın yazarları ise İsrail ile… Türklerin ta kendisi.
Plan, diğerlerinin yanı sıra New York'taki Kürt Kütüphanesi Araştırma Merkezi tarafından da geniş ölçüde belgelenmiş durumda. "Kurdish Life" isimli bültene göre, "1990'ların başında, Türkiye'nin o zamanki başbakanı Turgut Özal ABD ve Kürt liderler Mesut Barzani ve Celal Talabani ile bir anlaşma yaptı. Ortadoğu'daki "Arap denizini" bölme saplantısı içindeki bir İsraillinin akıl hocalığını yaptığı plan, o zamandan bu yana, Washington'un Irak'la ilgili tüm politik ve askeri taktiklerini gerçekten etkileyip yönlendirerek, ortalıkta geziniyor. Ancak bugün bile kimse ona sahip çıkmıyor".
Bu İsrailli akıl hocası, göreceli olarak ılımlı bir Siyonist olan Leslie Gelb'di. Plan o zaman Türk medyasında da geniş biçimde ele alınmıştı. Kürdistan'dan, Kerkük'ün ve Musul'un bir parçasının Türkmenlere ayrılmasından ve geri kalanın, aslında ülkenin büyük bölümünün, Sünniler ve Şiiler eşit olmak üzere "Araplara" verilmesinden oluşan federal bir Irak öneriyordu.
Irak Kürtleri, kendi özerk mini-devletlerini elde etmek için, sadece PKK'nin ezilmesini garanti etmek durumundaydılar. Türkiye başbakanlık sözcüsü, o dönemde, Türkiye Kürtleriyle ilgili olarak, "Türkiye Kürtlerinin üçte ikisi ülkeye dağılmış durumda" ve geriye kalanı da "Türk toplumuyla tamamen kaynaşmış halde" diyordu, özerklikle ilgili hayal kurmak durumunda değillerdi.
Rakip savaş ağaları ve düzenbaz oportünistler olan Iraklı Kürt liderler Barzani ve Talabani, özellikle de 1992 Ekim ayında Türk ordusuyla PKK'ye karşı başlatılan ortak bir saldırı bağlamında, anlaşmanın kendilerine düşen kısmını layıkıyla yerine getirdiler. PKK'yi 15 yıl önce satabilirlerdi ama bu bugün tekrarlamayacak; en azından bu ikisi sözel olarak böyle vaat ediyorlar. PJAK-PKK ise kendi açılarından, Bush yönetiminin İran'ı "istikrarsızlaştırma" gündemi açısından son derece yararlı oldular.
Kurdish Life isimli bülten Türkiye'nin mevcut bağırtısının nedeninin ABD ya da Irak Kürtleri olmadığını ileri sürüyor. Bu, tümü de Özal'ın planında ortaya konulmuş olan kendi kendisini kanatan bir yaradan kaynaklanıyor. "Plan, Özal'ın 1993'deki ani ölümüyle, Kerkük ve daha fazlasını içeren özerk bir Kürdistan'ı kapsayacak ve Irak'ın geriye kalanının da Sünniler ve Şiiler arasında bölüneceği biçimde gözden geçirildi. Bush yönetiminin Cumhuriyetçileri bu durumu "federasyon" dokusu altında Irak anayasasına yapıştırdılar".
Bu, ABD Senatosu'nun yakın zaman önce oylamış olduğu "yumuşak" bölünmeden başka bir şey değildir. Washington'un Irak Kürdistanı'nı için istediği gelecek budur. ABD; ve İsrail'in, müttefikleri Türkiye'nin Irak Kürdistanı'ndaki PKK'ye saldırarak bozmasını istemedikleri plan da budur. Türkiye kamuoyu ve liderliği ne kadar öfkelenirse öfkelensin.
Öngörülmüş bir işgalin günlüğü
Bu sefalete tüy dikmek üzere, böylesine çok simsarlığı yapılan Türk işgali de aylardan beri hazırlanıyor. Bush yönetimi yetkilileri, Mart ayı kadar erken bir tarihte, Türklere ABD özel güçlerinin PKK'yi Kandil dağlarından sökeceği sözleri veriyordu. Hiçbir şey olmadı.
Nisan ayında, Barzani Türklerin petrol zengini Kerkük'ün Kürdistanla birleşmesi konusundaki referanduma müdahale etmeleri halinde, "yanıtımızın sorumluluğunu üstleniriz" tehdidini savuruyordu. Ayrıca yine Nisan'da, Türkiye gazetesi Sabah'a göre, ABD, Türklerin sınır ötesi saldırılarını yasakladı. Türk askerlerinin sınıra yığılması Mayıs ayında başladı.
Daha sonra Haziran ayında, Türk Generali Yaşar Büyükanıt kamuoyuna tüm bunların neyle ilgili olduğu anlattı. "Kuzey Irak'ta sadece PKK yok. Ayrıca Mesut Barzani de var. Türkiye güney sınırında Barzani'nin başkanlığındaki bağımsız bir Kürt devletini kabul edemez". Türkiye'nin popüler medyasına göre bir numaralı halk düşmanı olan Barzani, buna çarpıcı bir kavramla yanıt verdi; Türkiye'nin işgal etmesi halinde, "Bunu bir Irak sorunu olarak ele alırız".
O halde bu nasıl bir Kürt "egemenliğidir"? Irak Kürtleri Bağdat hükümetinden vebadan nefret eder gibi nefret ediyor ve onu görmezlikten geliyor ve kendi bağımsızlıklarını kutluyor; ama tehdit edilir edilmez, Bağdat'ın (kırpılmış) kanatlarının altına sığınmaya çalışıyor.
Kürdistan ve onun dağlık 75,000 kilometre karelik alanı gerçekten de Irak falan değil. Bağdat çok çok uzak bir merkez. Irak Kürdistanı kendi anayasasına, parlamentosuna, ulusal marşına, ceza yasasına, diline, para birimine ve medyasına ve en önemlisi iyi eğitimli peşmerge ordusuna sahip. Ama bir demokrasi değil, çünkü neredeyse her şey savaş ağasından bozma iki politikacı olan Barzani ile Talabani'ye tabi.
Kürt Bölgesel Yönetimi, Kürdistanı işleyen bir Irak "modeli" haline getirmenin bedelini, ABD ile 1990'ların başlarından bu yana kuralsız biçimde yaptığı işbirliği olarak ödedi. Haziran ayında, Barzani PKK'nin bir Irak sorunu olduğunu söylüyordu. "Bir Türk işgali öncelikle Irak'ın egemenliğine yönelik bir saldırı, daha sonra Kürtlere yönelik bir saldırı olacaktır". Barzani'nin mantığını izlediğimizde, Irak işgal altında olduğu için, Türkler aslında ABD'nin sömürgesel bir mülkünü işgal etmiş olacaklar. Yani yaptıklarının hesabını Türklerden sormak General Petreaus'a kalacak. Washington kendi bakış açısını bir biçimde gösterdi: Irak Kürdistanı yalnızca daima Amerikan korumasına bağımlı olduğu için mevcudiyetini sürdüren kırılgan bir varlıktır.
Türkiye ve İran, birlikte
Kürdistan'ın Washington'daki tutamağı büyük ölçüde, Kürdistan'da "Celal Amca" olarak da bilinen Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin oğlu Kubat Talabani sayesinde sağlama bağlanmış durumda. Baba, Kürdistanı tartışmasız bir başarı öyküsü olarak satarken, oğul, ABD'nin uluslararası ticaretten sorumlu bakan yardımcısı Frank Lavin'in yakın zaman önce Kürdistan'ı ABD'nin Irak'a açılan ticaret kapısı haline getirmek üzere buraya gitmesini sağlayacak ölçülerde çılgın bir lobicilik faaliyeti yürütüyor.
Ancak Ankara'nın Türkiye, İran ve Suriye'deki Kürt azınlıklar için bir mıknatıs yaratan güney sınırındaki petrol zengini, su zengini Kürt mini devletine hoşgörü göstereceğine inanmak, mucizelere inanmaktır. Sadece Türkiye ve İran buna kesinlikle karşı değil, ayrıca Suudi Arabistan da karşı (Suudiler de Kürdistan'ın, güney Irak'taki Şiiistanın, İran'a tabi kılınması gerektiğine inanıyorlar). Bush yönetiminin oyunlarının şu ana kadar becerebildiği yegane şey ise Türkiye ile İran'ı bu konu hakkında birleştirmek oldu.
Türkiye Kürtleri, Çin'in Tibetlileri ve Uygurları gördüğü gibi görüyor; üniter Türk devletinin parçasıdırlar ve özerklik hakları yoktur. Washington Tibetlilere ve Uygurlara baskı yaptığı için Çin'i kınarken, aynısını Türkiye'ye de yapmalı. Ama bu olmayacağı gibi, şimdi de Amerikalıların Türklere, Türklerin Amerikalılara duyduğundan daha fazla ihtiyacı var.
Beyaz Saray ile neo-conların İran'a karşı amansız bir savaş başlatma hezeyanlarının gerçek ölçütü, (Irak'a giden ABD tedariklerinin yüzde 70'inin geçtiği) Türk-Irak koridorunu ve Irak Kürdistanındaki Büyük ABD Petrol yatırımlarının geleceğini tehlikeye atarak, Irak Kürdistanını savaşa sürükleyip sürüklemeyeceği olacak.
Barzani hem kendisinin kendisinin hem de Washington'un eş zamanlı olarak bu şahane pisliğin barışçıl bir çözümünden yana oldukları konusunda ısrar ediyor ama kendilerinin Türk tehditlerini kabul etmeyecek "bir ulus olduklarını" daima vurguluyor.
ABD'nin, 1990 tarihli İsrail aracılıklı Türk planlarına kadar uzanan Irak Kürdistanı planları, tehlikeye düşmüş durumda. Yine her şey içerdeki düşman yüzünden.
Washington Tacikleri Paştunlara karşı kışkırtarak Afganistan'da etnik karta oynadı; sonuç, Afganistan'daki asla bitmeyen savaş bir yana, sınırın her iki yanındaki Paştunların birleşerek ABD'nin müttefiki Pakistan'ı daha da istikrarsızlaştırmaya başlamaları oldu.
Washington Saddam Hüseyin Irak'ını istikrarsızlaştırmak ve işgalden sonra ülkedeki kontrolünü sağlama almak için Kürt kartını oynadı. Sadece Irak bataklığa dönüşmekle kalmadı, Washington Kürdistanın (Türk) ateş hattına sürüklenmesine de katkıda bulundu.
Ders alındığını gösteren hiçbir işaret yok. Irak Kürdistanı dağlarında ne olursa olsun, Bush yönetimi İran'daki rejim değişikliği için etnik karta oymaya hala devam ediyor.
Pepe Escobar, Globalistan: How the Globalized World is Dissolving into Liquid War (Nimble Books, 2007) isimli kitabın yazarı. Asia Times'daki orijinalinden Sendika.org tarafından çevrilmiştir.