'Kültür sorunlarımıza' bir başka bakış 1

İskender Pala'nın Zaman'da yayımlanan "Kültürel Meselelerimiz" konulu yazı dizisinde öne çıkan kavramlardan biri olan "ideoloji"dir. 
 
Tartışmayı verimlileştirmek amacıyla bu kavramı kısaca açımlamak yararlı olabilir. Her ideoloji, ilkesel olarak tüm hakikatleri kapsadığını; bu yüzden de içkin olarak tümel, benzeşik, değişmez ve sorgulanamaz olduğunu öne sürer. İdeoloji, bu özelliğinden ötürü çoğulculuğu dışlar; itaati, uymayı gerektirir; eleştiriye katlanmaz. Dolayısıyla, değişkenlik, gelişimlilik ve özgürlük gibi ilkeler üzerinde yükselen estetik kültür veya sanat ile ilgili konularda ideoloji kavramına karşı "eleştirel bir mesafe" konulması zorunludur. Sayın Pala'nın yazılarında ideoloji kavramına karşı "eleştirel mesafe" en azından belirgin değildir.

Pala, bazı yazılarında belirli bir ideolojinin tümelliğini ve köktenciliğini sorgulamakla birlikte, ilkesel bir ideoloji eleştirisini temel almadığından, "Kitap Fuarları" yazısında olduğu gibi, görüş ve önerilerini çoğunlukla ideolojik bir kavram çifti olan "sağ ayak-sol ayak" veya "bizler-biz olmayanlar" ayrımı üzerine yapılandırmaktadır. Ayrışmalara pek bakmadan, benzeşik ve tümel bir sağ ve sol olduğunu varsaymaktadır. Bu nedenle kimi yazılarında kapsayıcı bir dil benimsemesine karşın, genel olarak 1970'lerden kalma karşıtlaştırmacı bir "sol-sağ" söylemini öne çıkarmaktadır. Değişmez bir "kimlik" kavramından yola çıkan Pala, kimliği biçimlendiren etmenlerden etnik kökeni ve dini saltlaştırmaktadır. Din ve etnik köken kimlik gelişiminde elbette önemli öğelerdir. Bu iki önemli öğe, yaşam tarzını ve estetik beğeniyi biçimlendirmekle birlikte, ne din ne de etnik köken tek başına kimliği belirleyemez. Eğer böyle olsaydı, tüm Müslümanların ve Hıristiyanların veya tüm Türklerin ve Arapların ayrımsız ve benzeşik bir kimlik sergilemesi gerekirdi.

Din ve etnik kökenin yanı sıra, doğal koşullar anlamında coğrafya ve tarih de kimliği belirler. Doğal koşullar, konut, giyim-kuşam, yeme içme, günlük yaşamı biçimlendirme gibi konularda kendisini adeta dayatır; estetik beğeniyi biçimler. Tarih, anılardan oluşan bireysel bellekleri ortaklaştırır; kolektif belleğe dönüştürür; yazgı ve bilinç birliği yaratır.

Yukarıda sayılan etmenler, kimliği ortaklaştırmasına karşın, sosyolojik koşullar, üretim ve yaşam biçimi, kolektifin kimliğin ayrışmasına, kendi içinde bölümlenmesine yol açar. Bu durum, ideolojilerin de farklılaşmasının başlıca nedenidir. Bu yüzden, ideolojiler, kolektif kimliği oluşturan etmenlerin tümünün izlerini taşırlar. Bu bağlamda öncelikle etnik köken/aidiyet duygusu, din ve sosyal sınıf, ideoloji oluşturmaya en elverişli öğelerdir. Sayılan nedenlerle, kültürel kimlik, birçok etmen tarafından belirlenir, sürekli yeniden tasarımlanır, çeşitlilik ve değişkenlik gösterir.

Bu nedenle, Sayın Pala'nın "sol"un kimliksizliği savı tartışmaya açıktır; çünkü kimliksizlik diye bir şey yoktur. Belli bir toplum kesimini veya ideolojiyi kimliksizlikle suçlamak, hem bilimsel bakımdan gerekçelendirilemez hem de artık geride kalması gereken cepheleşmeci bir tavrı güçlendirir. Ayrıca, Sayın Pala'nın kendisinin de kabul ettiği gibi, küreselleşme sürecinde dünya ölçeğinde bir güç olmak ve çoğulcu demokrasiyi yerleştirmek isteyen bir ülke "tekilciliği" temel alamaz. Küreselleşme sürecinde ekonomik ve siyasal alış-verişin yanı sıra, kültürel değerler de buluşmakta ve etkileşmektedir. Bu bağlamda "kendisi olmak", ancak "başka" ile yarış içerisinde kalıcı kültür değerleri üretmekle olanaklıdır.

Kültürel çatışma mı, uyumlulaşma mı?

Sayın Pala, "Bir Çatışma Zemini Olarak Kültür" başlıklı yazısında (Zaman, 20 Ekim 2009) bu yüzyılın "kültür savaşları" yüzyılı olduğunu, "kültürel değerlerin savaş araçlarına" dönüş(türül)düğünü, "kültürel birikimi ve geçmişi olduğu halde bundan haberdar olmayan kişi/kurum/ulusların" bu savaşı yitireceğini öne sürmektedir. Böylece, içkin olarak "kültürler savaşı" ve "uygarlıklar çatışması" kavramlarını üstlenmektedir. Kültürler savaşı, Batı'da İslamiyet'i şiddet ve terörle eşdeğer sayan bazı bilimcilerce geliştirilerek piyasaya sürülmüştür. Bu teze karşı eleştirel tavır, uygarlıkların karşılıklı açılımı ve etkileşimi öne çıkarmak zorundadır.

İlk yazısında "kültürler arası çatışmayı" vurgulayan Pala, "Kültür ve Batı" (Zaman, 22 Aralık 2009) adlı yazısında "kültürlerin çatışma sürecinin sonuna yaklaşıldığından", "ortak kültürlülük veya çok kültürlülük adıyla dünya ölçeğinde" yeni kültürel yaklaşımlardan söz etmektedir. Pala'ya göre, bu yeni kültürel yaklaşımın başatlaşmasında "Batılılaşma yandaşları ve karşıtları arasındaki tartışmanın giderek ılımlılaşması" ve Batı'da esen "sömürgeci anlayış ile ötekileştirici rüzgârların kısmen dinmesi" rol oynamıştır. Ayrıca, Batı, "Doğu'nun derin kültürüne ve zengin medeniyet birikimine kucak açmış bulunmaktadır." Fakat kucak açan Batı'nın, "Doğu'daki bu birikimin daha ucuza nasıl kapatılabileceği yolunda kafa patlattıklarından" kuşku duyulmamalıdır.

Sayın Pala'nın Batı'nın Doğu'nun kültürüne ve uygarlığına kucak açtığı ve Doğu'daki kültürel birikimi "daha ucuza kapatmak için uğraştığı" yolundaki görüşleri genelleştirilemez; çünkü tek ve benzeşik bir Batı yoktur. "Medeniyetler İttifakı" gibi uyumlulaşmayı amaçlayan girişimleri gerçekleştirmeye çalışan da Batı'dır; özellikle İslami Doğu kültürünü küçümseyen, hatta zararlı gören de Batı'dır. Küçümseme ve dışlamanın başlıca nedeni, Batı ürünü olan oryantalizmdir; oryantalizmin Doğu'yu vesayet altına almayı, temsil etmeyi ve çıkarları doğrultusunda biçimlendirmeyi amaçlamasıdır.

Avrupa'da Rönesans ile başlayan, Aydınlanma ve romantizm akımlarıyla felsefe ve edebiyatta başatlaşan oryantalist anlayışa göre, Avrupa kültürü bilimsel ve teknolojik bakımdan Asya, dolayısıyla da İslami Doğu kültüründen üstündür. Bazı Batılı felsefe tarihçilerine göre, Doğu, Endülüslü İslam düşünürü İbn-i Rüşd'ün 12. yüzyılın sonunda Fas'a sürgüne gönderilmesinden sonra, Batı'da gerçekleşen bilimsel-teknolojik ilerleme sürecinden kopmuştur. Hegel'e göreyse, Batı, Haçlı Seferleri sonunda Doğu ile ebedi olarak vedalaşmıştır. Tarihsel birikimi nedeniyle, Batı, Doğu'nun tinsel kültür birikimine ilgi duymaz. Bunu kendi kültürüyle eş-değer görmez. Kültürel anlamda Doğu'nun ne olduğunu belirleme ve onu temsil etme hakkını kendinde gören Batı, başta petrol ve doğalgaz olmak üzere, Doğu'nun "tinsel" kültürüne değil, doğal kaynaklarına derin ve kalıcı bir ilgi duymaktadır.

Öte yandan, "Batı'ya rağmen Batılılaşmak için, bunu başarmak durumundayız." diyen Sayın Pala'ya katılıyorum. Pala'nın bu amaca ulaşmak için, "Avrupalılıktan korkmayacak, dünya insanı olmaya aday Müslümanlar aranıyor. Sentez fikrinin lafını edip durmaktan vazgeçip bunu deneyecek aydınlar aranıyor." sözlerini öz-güvenli ve öz-bilinçli bir yaklaşımın anlatımı olarak değerlendiriyorum.

Sayın Pala'nın "Türkiye çok katmanlı bir kültürel birikime sahiptir." saptaması, kültürel kimlik kavramı açısından önemlidir. Yazarın deyişiyle, "üzerinde yaşadığımız coğrafya bir kültür klasörü gibidir. İçinde üst üste tabakalanmış dosyalar barındıran bir klasör... En üst dosyada Cumhuriyet vardır. O dosyayı kaldırırsanız altından Osmanlı çıkar. Sonraki dosya Selçuklu'dur, onun altında Bizans dosyası, onun altında Roma, daha altta Frigya, daha da altta Lidya yer alır." Türkiye, bu çok katmanlı kültürü iyi değerlendirebilirse, "Avrupa Birliği kartımızı renklendirebiliriz."

suçlayıcı yerine yapıcı olmak lazım

Bu bağlamda Sayın Pala'ya katılarak, bir ek yapmak isterim. Anadolu'nun tarihsel evrimi sürecinde oluşturulan çok katmanlı kültürel birikimin katmanlarından biri de "Grek" düşün ve sanat birikimidir. Antik Yunan düşün birikimini Batı ile buluşturanlarsa, başta Batı'da Avicenna olarak bilinen İbni Sina ve Averro diye tanınan İbn-i Rüşd olmak üzere, Müslüman düşünürlerdir. Bu kazanımı nedeniyle, örneğin, yirminci yüzyılın en önde gelen Alman filozofu Ernst Bloch, İbn-i Sina'yı "Aristotelesçi Sol" adlı yapıtıyla ölümsüzleştirmiştir. İbn-i Rüşd, katkılarından dolayı Batı felsefesinde "yorumcu" unvanıyla anılmaya başlamıştır. Grek sanat ve edebiyat birikiminin bir parçası olan Homer, Avrupalılarca epik anlatı sanatının kurucusu olarak görülür. Son araştırmalar, Homer'in Trakya'nın değil, Çukurova'nın biçem ve anlatım özelliklerini kullandığını ortaya koymuştur. Dolayısıyla, Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi yazarların öncüsü olan Homer'i çıkaran bu kültürel katmanı da anmak gerekir.

Batı, Anadolu'yu yaklaşık bin yıldan beri Türklerin yaşadığı topraklar anlamında "Türkiye" diye adlandırmaktadır. Ancak Anadolu kültür birikiminin tarihi Sayın Pala'nın da belirttiği gibi, on bin yılı kapsamaktadır. Bin yıldan beri Türk ve İslami öğelerin belirlediği Anadolu kültür birikimini gün ışığına çıkaran araştırmacı ve bilimcilerin tümünü sahiplenmek gerekir. Bu nedenle, Sayın Pala'nın, dışlayıcı bir yaklaşımla "sol ayak", "tarihsel-kültürel birikiminin bilincinde değildir" söylemini gerçeklerle bağdaştırmak olanaksızdır. Dışlanmışlık duygusunu veya savını, dışlayanları dışlamakla dengelemeyi amaçlayan bu tür belirlemeler hakkında sadece şunu dile getirmekle yetinmek isterim. Küçümseme ve aşağılama, kimden veya hangi ideolojiden gelirse gelsin, asla onaylanamaz. Dolayısıyla suçlayıcı olmak yerine, yapıcı bir tartışmayla bütünleştirmeye çalışmak gerekir. Ayrıca, Batı'yla uyumlulaşmadan önce kendi içimizde uyumlulaşmak aklın gereğidir.

Sayın Pala'nın "sol ayak, sağ ayağın sanat üretmesini engellemiştir" savına gelince: Her birey, her toplumsal küme veya ideolojik kümelenme, sanatı özünden türetir ve buna yeteneklidir. Dış koşullar, örneğin, "sol ayak" kültürel üretimi olumlu veya olumsuz etkileyebilir; ancak hiçbir dış engel veya zorluk, estetik kültür geliştirmeyi engelleyemez. İç ile dış veya öz ile yabancı arasındaki diyalektik ilişkiyi anlatan bir atasözünde de dile getirildiği gibi, "her ağacın kurdu özünden olur." Bundan ötürü, Sayın Pala, "sağ ayak, kültür sanat alanında kendisini eğiterek ve üretkenleşerek, kendisini dönüştürmelidir!" çağrısı yapmakta haklıdır. Ayrıca, kendisini geliştirme ve dönüştürme, tüm ideolojiler ve düşünsel yapılanmalar için, dolayısıyla da sol için de geçerlidir. Her toplumsal kesim veya ideoloji, düşünsel sığlıktan kurtulmaya ve daha yüksek estetik beğeni geliştirmeye uğraşmak zorundadır.

Sayın Pala, yerinde bir belirlemeyle Avrupa'da Rönesans sonrası kurulan "himaye sistemi" ile kültürel gelişmenin ivme kazandığını, Avrupalı ulusların kültürel bakımdan Doğulu uluslara "üstün çıkmasının nedeninin" estetik kültürü desteklemek olduğunu vurgulamaktadır. Burada bir ek yapmak gerektiği kanısındayım. Batı'da sanat üretiminin gelişmesinin bir başka önemli nedeni, sanata tanınan özgürlüktür.

Kültür ve sanat üretiminde taşıyıcı öğe dildir; çünkü dil, estetik kültürü de biriktirmek ve aktarmak suretiyle kalıcılaştırır. Bu nedenle, dilin de estetikleştirilmesi önemli konulardan biridir. Üstelik Türkçe, ünlülerin başatlığından kaynaklanan yüksek müzikalitesi nedeniyle, bu özelliğinden ötürü, Hegel'in estetik kuramında vurguladığı gibi, sanatsallaştırmaya son derece elverişlidir. Özen ve duyarlılık gösterildiği takdirde, bu bakımdan gelişmeye çok açıktır.

öz kültür bir kesime indirgenemez

Sayın Pala'ya göre, şu andaki hükümet, "sanat alanında kendi kimliğini temsil konumundan uzaktadır." Bu yüzden de "hükümetin kültür sanat vizyonu, sol gelenekten bir sayın bakana teslim edilmiş durumdadır." Muhafazakârlar, "bu toprakların öz kültürünü devşirecek yaklaşımlardan" uzakta kalmıştır. Bu belirlemeler birçok yönden irdelenebilir. Ben sadece şu noktalar üzerinde durmak istiyorum: "Bu toprakların öz kültürü", yalnızca muhafazakâr kesimlere indirgenemez. Yukarıda da vurguladığım gibi, Anadolu kültürü, burada yaşamış ve halen yaşayan halkların tümü tarafından geliştirilmiştir. Güncel Türk kültürü, Türk toplumunun bütün kesimlerinin kazanımlarından oluşur ve onların izlerini taşır.

Sayın Pala, sinemayı konulaştırdığı yazısında (Zaman, 27 Ekim 2009) sözü yine Kültür Bakanlığı'na getirir. Bu alandaki "büyük atılıma" ve pek çok filmin "Kültür Bakanlığı tarafından desteklenmesine" karşın, yazarın söyleyişiyle, sağ ayak topal olduğu için, "bugün üretilen filmlerin, dizilerin hemen çoğu yalnızca sol ayak üzerinde sekmektedir." Örneğin, 12 Eylül hakkındaki filmlerin "tamamı kalıplaşmış bir sol ideolojiye" göre yapılmakta ve "ülkücü, İslamcı, Nurcu vb." gençlerin öykülerine filmlerde yer verilmemektedir. Sağ ayak üzerine düşeni yapmadığı için, "bir vakitler bedenlerimizi tekmeleyen sol ayak, bugün de ruhlarımızı tekmeliyor ve bize manevi şiddet uyguluyor."

Yukarıdaki tümcelerde somutlaşan tümel ve ayrımsız ideoloji ve dil, karşıtlaş(tır)macı veya cepheleştirici bir anlayışın ürünü olması nedeniyle, dışlayıcı ve indirgeyicidir. Sayın Pala burada "ülkücü, İslamcı, Nurcu vb." anlatımıyla "sağ ayak" kavramının kapsamını da belirlemektedir. Söz konusu söylem, siyaseten de kendi içinde çelişkilidir. Şöyle ki: Ülkücülerin, İslamcıların ve Nurcuların çok büyük bir bölümünün yer aldığı siyasi partiler ve yapılar bellidir. Sayılan kesimlerin AK Parti'nin tabanını oluşturuyormuş gibi bir izlenim yaratmak ne denli gerçeği yansıtmaktadır? AK Parti, çok büyük bir kitle partisidir ve toplumun hemen tüm kesimlerinden oy almaktadır. Sayın Pala'nın saydığı kesimlerden de oy alması doğaldır; ancak bu partinin seçmen tabanı salt o kesimlerle sınırlı değildir. 
Prof. Dr. Onur Bilge Kula - Hacettepe Üniv. Edebiyat Fakültesi

Kaynak: Zaman