Kudüs, kırkıncı yılını aşan bir esaret hayatı yaşamakta ve bu esaret bütün İslam coğrafyalarına yayılmaya devam etmektedir
Tarihindeki bu ikinci esaret döneminin bir başka anlamı daha vardır. Müslümanların teknik ve kültürel olarak yenilmişliklerin mücessem haline dönüşmesi gibi!
Filistin"in bir şehit toprağının membaı haline gelmesi ve sürekli bir zulmün altında inlemesinin kanıksanması bu esaretten daha kötü sonuçlar vermektedir. Teknik ve kültürün ezikliğini yaşamak nispeten kabul edilebilir bir durumu ifade etse de Müslümanların ahlaken yenik duruma düşmesinin izahı mümkün değildir!
Mekke ve Medine gibi Kudüs"te Müslümanların "göz bebeği"dir. İşgale uğrayan sadece Kudüs değil Müslümanların yüreğidir de
İslam coğrafyasının birinci dünya savaşı sonucu "yerli yabancılaşmışlar" tarafından yönetilmeye başlaması bütün kutsal mekânların tutsaklığına neden olduğu gibi Kudüs"ün esaretinin zeminini oluşturmuştur. Burada İstanbul"a özel bir yer ayırma gereği duymaktayım!
İstanbul, fethinden sonra İslam coğrafyasının göz bebeği haline gelmiştir. Mekke, Medine ve Kudüs gibi kutsal mekânların güvenliğinden sorumlu haldedir. İstanbul Müslümanların egemenliğinde kaldığı sürece diğer kutsal kentlerin de Müslümanların egemenliğinde olmasının garantisi olacaktır. Nasıl ki balkanlar da İstanbul"un güvenliğinden sorumluydu. Balkan savaşı ile balkanlar elimizden çıkınca İstanbul işgale uğramıştı ya
İslam coğrafyası ipek bir gergefle birbirine bağlanmıştır. Birinin düşmesi diğerinin düşmesinin zemini haline gelmektedir. O yüzden İslam coğrafyasının birliği ve dirliği bütün Müslümanların sorumluluğunda yatmaktadır. Vücudun azaları gibidir İslam coğrafyası; bir azamızı nasıl feda edemiyorsak, her bir azanın kendine göre bir değeri ve vazgeçilmezi varsa, bütün İslam coğrafyası da öyledir, öyle olmalıdır!
Bu durum İstanbul ve Türkiye de yaşayan Müslümanların üzerine düşen sorumluluğun ağırlığını işaret eder! Birliğin adresi olan İstanbul, ayrılığı kabul etmeyen bir sosyolojinin yatağıdır. İstanbul kendi başına hareket etmeye kalkarsa sadece kendi sosyolojisini inkâr etmez bütün bir İslam coğrafyasının sosyolojisini ve psikolojisini inkâr etmiş olur!
Buradaki sorumluluğumuzun altını kalın bir çizgi ile çizerek yola devam edelim
Batı, Bölgenin cetvelle İngiliz siyaseti çerçevesinde bölünmesini ve Müslüman ahalinin kendini bir daha yönetememesinin alt yapısını o kadar sağlam bir şekilde kurmuştur ki gerçek sahipler ne zaman ortaya çıksa, muhakkak surette yine dış müdahale süreci devreye girerek "yabancılaşmış yerliler" tarafından yönetilmenin zeminini oluşturur.
Bu durum Kudüs ve İslam topraklarının esaretinin devamını sağlıyor!
Müslümanların ilk adımı gerçek bağımsızlıklarını kazanmalarında yatmaktadır. İslam coğrafyalarının tümünde bağımsızlık ateşinin yakılması ve yabancılaşmış yerlilerin yönetimlerinin bitirilmesi elzemdir. Bu toprakların çocukları kendi yönetimlerini ellerine alarak esaret zincirini kırabilirler
Bu asalete sahip olmalıdırlar
Özellikle işgalcilerin elindeki en önemli silah, meydana gelen olayların kanıksanmasını sağlamalarıdır. Müslüman halk, Afganistan, Irak ve Lübnan ile birlikte başlayan Çeçenistan, Moro ve uzak doğu ile devam eden çatışma haberleri ile medyanın ve iletişim aygıtlarının marifetleri sayesinde olayları kanıksaması kolaylaşmaktadır. Özellikle bundan on yıl önce Müslümanların Kudüs ve diğer Müslüman coğrafyalarından gelen haberlere karşı gösterdikleri hassasiyeti bugün göremiyoruz.
Bence en önemli konu budur!
Müslümanların birbirlerini kanıksamasıdır. Olayları sıradan, olağan bir şey gibi algılama ve çok yoğun bir gündem haline dönüşmediğinde, çoğu kişinin haberi bile olmayacaktır. Günlük sıradan hayat o kadar koyulaştırılmıştır ki başka hassasiyetlere alan kalmamaktadır
Öncelikle bu sosyolojinin değiştirilmesi vazgeçilmez bir hal almalıdır. Kendimizden başlayarak sahih ve salih bir değişimin adımını atmalı ve en yakınımızdan başlamak şartıyla yeniden bir silkinmenin, kendine gelmenin ve dava şuurunu yeniden tazelemenin onurunu taşıyalım!
Esaret, ancak esaret psikolojisine yenik düşmeyle katmerleşir!
Bağımsızlık ateşi ise bütün esaret zincirlerini eritecek güçtedir!
Esaret ve ölüm ikilemini aşarak şehadet iklimine taşınmalıyız
İşte o zaman bize büyük engeller gibi görünen bütün şartların aslında ne kadar küçük sorunlar olduğu aşikâr olacaktır. Ölümün ve gelecek endişesinin gereksiz olduğunu ve Allah"a dönmenin o dayanılmaz çekiciliğini ve aşkını yeniden keşfedelim. Göreceğiz ki bütün sorunlar gizli bir anahtarla kendiliğinden çözüme kavuşacaktır
Kudüs esir değil biz esaret altındayız ve yüreklerimizin sahibi değiliz!
Acıtan ve utandıran durum budur!
Gözlerimiz eskisi gibi ağlamıyor! Bu yürek katılığından olmasın sakın!
Yüreklerimizi gözyaşlarımızla yumuşatarak gerçek sahibine (Allah) teslim ederek özgürleştirebiliriz ve o zaman hiçbir gücün bu yüreği teslim alamayacağını öğreniriz!
Kudüs"ün esareti gözyaşlarımızın sağanağında özgürlüğe kavuşacaktır.
Bu ümmet kendi bağımsızlık ateşini yaktığı zaman Kudüs"ün bağımsızlık ateşini de yakmış olacaktır.
O zaman bütün Kudüs sevdalıları buyurun özgürlük ateşini yakmaya!
İlk adım olması hasebi ile de bize ulufe olarak önerilen bütün enstrümanların arka planına dair bilincimizi harekete geçirerek karşılık vermeliyiz
Bize sunulan bütün ekonomik, siyasi, sosyolojik ve toplumsal hâsılaların esaretimize mi yoksa özgürlüğümüze mi yarayacağı şuurunu uyanık tutarak özgürlüğümüzü kazanabiliriz
Bu toprakların "lanetlileri" bağımsızlık davasının yılmaz erleridir