Kudüs bilinci

1967 Haziran Savaşı"nda bir ihanet yoluyla Ürdün Krallığı tarafından işgalci Siyonistlere teslim edilen Kudüs ve onun bağrında barındırdığı Mescidi Aksa kırk yıldır işgal altında. İşgalin kırkıncı yıldönümü münasebetiyle bu davayı gündeme getirirken bu şehre nasıl bakmamız gerektiğinden de söz etmek istiyoruz.

Kudüs kurulduğu günden bu yana vahyi, ilahi tebliği ve peygamberlik müessesesini temsil etmiştir. Dolayısıyla burası kurulduğu günden beri bir İslâm şehridir. Çok sayıda peygamber hayatlarının en azından bir bölümünü bu şehirde geçirmiştir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) de miraca yükseltilirken Kudüs'e kadar getirilmiş ve oradan göklere çıkarılmıştı. Allah dileseydi onu Mekke'den de göklere yükseltebilirdi. Ancak isra ve mirac olayında Hz. Peygamber (s.a.s.)'e refakat eden Cebrail (a.s.)'in onu önce Kudüs'e getirmesi, bu şehrin taşıdığı mana ve önem dolayısıylaydı. Yüce Allah son peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Kudüs'ü ziyaret etmesini ve bu peygamberler şehrindeki ilahi ayetlere şahit olmasını dilemişti.

Evet, Kudüs bir İslâm şehridir. Çünkü İslâm, Yüce Allah'tan vahiy alan bütün peygamberlerin ortak dinidir. Kudüs de bir peygamberler şehridir. Yüce Allah bütün peygamberlerin insanlara aynı gerçeği tebliğ ettikleri konusunda şöyle buyurmaktadır: "Sana söylenen senden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka bir şey değildir." (Fussilet, 41/43) İslâm vahiy dinidir, Kudüs de vahyi sembolize etmektedir.

Kudüs bir İslâm şehridir. Üstelik alelade bir İslâm şehri değil, İslâm'ın kutsal bir şehridir. Yüce Allah bu şehrin ve onu saran toprakların kutsal olduğunu isra olayıyla ilgili meşhur ayeti kerimesinde bildirmiştir. İşgalciler ne kadar uğraşsalar da bu kutsal şehrin İslâmi kimliğini ortadan kaldıramayacaklardır. Ancak bütün dünya Müslümanlarının Kudüs'e yönelik sinsi oyunlar karşısında oldukça dikkatli ve duyarlı olmaları gerekir. Kudüs sadece Filistinlilerin değil bütün dünya Müslümanlarının ortak bir varlığıdır.

Kudüs"ün ve Filistin topraklarının işgal altında olması konusu gündeme getirilince herkesin aklına orada yaşayan Filistinli halkın sorumluluğu gelir ve bütün herkes onların bu sorumluluklarını yerine getirme konusunda ne kadar başarılı olabildiklerini, mücadele tarzlarında ne derece isabetli olduklarını sorgulamaya başlar. Oysa onlar zaten her taraftan kuşatmaya alınmışlardır. Vatanları işgal edilmiştir. İşgalci düşman zulüm ve işkencede hiçbir sınır tanımamaktadır. Meclis başkanları, bakanları, milletvekilleri, Âlimler Birliği başkanları dahil en üst kademedeki elemanlarını, liderlerini bile sırf onları aşağılamak amacıyla tutuklamakta, eziyet etmektedir. Kendi öz yurtlarında bir yerden bir yere gitmeleri engelleniyor, gitmeye kalkışanlar birkaç tane eziyet kapısından geçmeye zorlanıyorlar. Birçokları da geçemeyerek geri dönmeye mecbur bırakılıyorlar. Gecenin hangi saatinde işgalci askerlerin evlerine baskın yapacağını veya çatılarına bir füze düşeceğini bilememenin sıkıntısıyla, ayağını her an bir yılanın veya akrebin sokabileceği endişesiyle bol yılanlı ve akrepli çayırda dolaşmaya mecbur birinin psikolojisiyle hayatlarını sürdürüyorlar. İşte bu şartlarda İslâm"ın kutsal beldesine sahip çıkma amacıyla mücadele edebilmeleri başlı başına bir başarıdır.

Buna rağmen herkes o insanları kendi zihin dünyasında sorgularken kimse Yüce Allah"ın şu âyeti kerimesi üzerinde düşünmüyor:

“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve "Ey Rabb'imiz! Halkı zalim olan şu kasabadan bizi çıkar; bize kendi katından bir veli (koruyucu, sahip) gönder, bize kendi katından bir yardımcı gönder" diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa, 4/75)

Bu âyeti kerime ümmete mazlumlar, özellikle de Filistin halkı gibi kuşatılmış halklar için taşıdıkları sorumluluğu hatırlatıyor. Bu, mutlaka cepheye gitmek olmayabilir. Ama o kuşatılmışlığın sona ermesi için herkesin yapabileceği bir şeyler olabilir. Ne var ki biz kuşatılmışlara karşı sorumluluğumuzu düşünmek yerine bütün kabahati o kuşatılmışlara yükleme kolaycılığını tercih ediyoruz.

Kudüs tüm Müslümanlara emanettir. Müslümanların ortak değerleridir. İslâm"ın ilk kıblesi ve kutsal mescitlerin üçüncüsü oradadır. Orayı fethedenler kıyamete kadar gelecek Müslüman nesillere emanet etmişlerdir. Bu emanete hep birlikte sahip çıkılması ve Kudüs davası bilincinin yaygınlaştırılması gerekir. İşgalin kırkıncı yıldönümü münasebetiyle etkinlikleri artırmak Allah"ın izniyle bu bilincin yaygınlaştırılmasını sağlayacaktır.