Piyasa köktenciliğinin tüten enkazında hepimiz toplumlarımıza hükmeden prensipler üzerine yeniden düşünmeye mecbur kalıyoruz - ve o enkazdan bir kez daha küçük, parlak bir fikir yükseliyor: İnsanların eşitliği fikri.
Bu en iyi ve en temel içgüdümüze geri dönmemiz gereğini Profesör Richard Wilkinson ve Dr. Kate Pickett 'The Spirit Level: Why More Equal Societies Almost Always Do Better' (İnsanlık Seviyesi: Daha Eşit Toplumlar Niye Neredeyse Daima Daha İyisini Yapar) adlı yeni kitaplarında dile getiriyor. Kitap, 25 yıllık bilimsel bir çalışmanın doruğu. İçerdiği gerçekler bize toplumlarımızı yeniden inşa etmek için bir pusula ve iyimser olmak için de sebep sunuyor. Toplumlarımızı çok daha iyi yapabilmemizin bir yolu var - ve bunu yapma güdüsü beyinlerimize kazılı.
Statü stresi insanlıktan çıkarıyor
Yeni bin yılda insan hayatını iyileştirmenin tek açık ve zorunlu yolu var:
Maddi yaşam standartlarını yükseltmek. Açsanız yiyecek sizi çok daha mutlu kılacaktır. Susadıysanız, su sizi çok daha mutlu yapacaktır. Daha iyi bir hayat hususunda insan içgüdüsü basitti: Bize daha fazlasını, hemen şimdi ver. Fakat artık yığınla araştırmadan şunu biliyoruz: Temel ihtiyaçlarımız karşılandığında
(yani yılda 25 bin dolarlık büyülü meblağı aştığınızda) bir şeyler değişiyor.
Durmadan biriktiriyoruz, zira bize bunun mutluluk vereceğini düşünecek şekilde büyütüldük, fakat bu düşünce gün geçtikçe daha az işe yarıyor. Ve bir süre sonra en zenginlerin daha, daha, daha fazlasını elde etmek yönündeki dizginsiz hırsı bizi yoksullaştırıyor - ve insanlar olarak gerek duyduğumuz diğer bazı temel ihtiyaçları kemiriyor.
En temel psikolojik ihtiyaçlarımızdan biri de statü - kabilemizin kıymetli bir üyesi olduğumuz hissi. Avcı-toplayıcılardan oluşan küçük, son derece eşitlikçi kabilelerden evrimleştik ve evrimci açıdan bakıldığında, onların dışında pek az yaşadık. Bu yüzden ne zaman statümüzün tehdit altında olduğunu hissetsek (ya da kabileden saygı görmenin başka yolu olmadığını düşünsek), bir yığın davranış bozukluğu göstermeye başlıyoruz.
Gerçekten de insanları statüleri konusunda panikten daha endişeli yapan başka bir şey yok neredeyse. Bir sürü klinik deney, statümüzü kaybedeceğimiz korkusuna kapıldığımızda bedenlerimizde ne gibi değişikler olduğunu ortaya koyuyor. Bedenlerimiz bir 'daimi savaş' tepkisine kilitleniyor, kalbimiz ve akciğerlerimiz daha hızlı çalışıyor, damarlarımız büzüşüyor ve daha hızlı enerji yakıyoruz. Sistemlerimize
kortisol adlı bir hormon hücum ediyor. Bu sadece kısa bir süre devam ederse, bizim için iyi olabiliyor: Peşimizden koşan aslandan kaçmamıza yardım ediyor. Fakat haftalar veya aylarca sürerse, her çeşit işlev bozukluğundan mustarip olmaya başlıyoruz.
İşte toplumlarımızı bu statü paniğini abartma üzerine inşa ediyoruz ve son 30 yıldır bunu abarttıkça abartıyoruz. Bir toplum ne kadar eşitsiz olursa, o kadar gerginleşiyor. İsveç'te dibe vursanız bile bu tepede olmaktan çok farklı olmuyor. Fakat toplumsal merdiven uzun olduğunda ve dibe vurmak aşağılanma ve yoksulluk anlamına geldiğinde, her tabakadan her insan bulunduğu yere sıkı sıkıya yapışma ihtiyacı hissediyor - ve toplum yanlış gitmeye başlıyor. Bu solcu spekülasyonu değil: Ampirik bir olgu.
Japonya ve İsveç çok farklı ülkeler, fakat sosyal başarıyı gösteren çeşitli listelerin en yukarısında yer alıyorlar. Daha az şiddet, daha az akıl hastalığı, daha az genç hamileliği, daha az uyuşturucu bağımlılığı, daha az obezite, daha az mahkûm, daha yüksek ortalama ömür ve daha fazla dostluk ve güven... Ekonomik bakımdan yüksek oranda eşit toplumlar bunlar.
Davranış bozukluğunun kaynağı
ABD ve Portekiz de çok farklı ülkeler, fakat sürekli olarak listelerin dibinde yer alıyorlar. İkisi de büyük oranda eşitsiz toplumlar. Ülkeleri bir grafiğin üzerine yerleştirdiğinizde, nedensel ilişkileri çarpıcı bir açıklıkla görürsünüz. Eşitsizliği artırdığınızda bütün o davranış bozuklukları da onunla birlikte artacaktır.
Bu nasıl olabiliyor? Sürekli panik statüsü insanlar için doğal olmayan bir durum. Yüksek kortisol düzeyleri içimizi kemiriyor ve kalp krizi riskini muazzam şekilde artırıyor. Kendimizi yatıştırmanın yollarını arıyoruz - uyuşturucu bağımlılığı gibi. Depresyona veya akıl rahatsızlıklarına kapılma, birilerine bağırıp çağırma ve saldırma ihtimalimiz çok daha fazla artıyor.
Harvard Tıp Fakültesi'nde Şiddet Araştırmaları Merkezi'ni yöneten psikiyatrist James Gillian şiddet eylemlerini 'utanç ve aşağılanma duygusunu savuşturma çabası' olarak açıklıyor. Gillian bunun 'Acı verici ve hatta tahammül edilemez veya ezici olabilen bir duygu' olduğunu belirtip, 'ciddi şiddet eylemleri içinde henüz bu duygunun yönlendirmediği bir örnek görmediğini' ekliyor.
Demokratik bir vergi sistemi şart
Strese kilitlendiğimizde, çevremizdeki insanlardan daha fazla kuşku duyar hale geliyoruz. Yüksek oranda eşit İsveç'te insanların yüzde 66'sı vatandaşlarına güvenebileceğini hissediyor ve sonuçta gelişmiş dünyadaki en yüksek düzeyde dostluk bu ülkede yaşanıyor. Yüksek oranda eşitsiz Portekiz'deyse insanların sadece yüzde 10'u kalanlara güveniyor: Pencerelerdeki demir parmaklıklara bakınız.
Seçkinlerimiz, türümüze hiç uygun olmayan bir ideoloji (piyasa köktenciliğinin aşırı eşitsizliği) benimsedi. Böyle olmak zorunda değil. Zenginleri demokratik bir şekilde vergilendirip parayı yoksulları yükseltmek için kullanacak hayatlarımızı daha iyi hale getirebiliriz. Elbette bazı gelir farklılıkları olmalı, fakat şu an mevcut olan gülünç eşitsizlik gibi olmamalı.
Hesap ortada ve açık: Daha eşit bir toplum, daha mutlu, daha güvenli ve daha sağlıklıdır. (Bu kuralın açık bir istisnası Komünist toplumlar. Bunlar inanılmaz perişan toplumlardı: Eşitlik çılgın tiranlar tarafından özgürlük pahasına dayatılırsa, olumlu etkilerin hiçbiri gerçekleşmiyor.)
Yılda yedi hafta ek tatil!
Wilkinson ve Pickett, sosyal demokrat İsveç gibi bir vergi ve yatırım sistemiyle ekonomik eşitlik sağlarsak Britanya'nın zamanla nasıl bir değişim yaşayacağını ortaya koyuyor: "Güven seviyesinin üçte iki artması, akıl hastalıkları yarıdan fazla azalması, herkesin ömrünün bir yıl artması, gençlerde hamilelik oranlarının üçte bir azalması, intihar oranlarının yüzde 75 azalması, herkesin yılda neredeyse yedi haftalık ilave tatile elde edebilmesi ve hükümetin ülkenin dört bir köşesindeki hapishaneleri kapatması beklenebilir."
Bu ışıl ışıl bir vizyon ve ütopya değil. Şu an özgür, demokratik bir ülkede mevcut. Başarısız piyasa köktenciliği çağının sonunda, uzun zamandır bastırılan eşitlik çığlığı bir kez daha yükseliyor. Bu depresyonu nasıl aşacağımız sorusunun yanıtı, o çığlığın daha duyulur hale gelmesinden geçiyor. (15 Nisan 2009)
Kaynak: Radikal