Ekonomik kriz; Yunanistan, İtalya, İspanya derken adım adım Avrupa’yı abluka altına alıyor. Hükümetler el değiştiriyor, demokrasinin naifliğinin konuşulmasına mahal vermeden bürokratlar, “sıkı kemer” politikalarıyla, iş başına getiriliyor. Krizin alanı genişledikçe korkunun hızı ve debisi artıyor. Avrupa Birliği’nin sağlığı tehlikeye girerken ABD’de istatiklerin ibresi toprağa döndüğü belirtiliyor.
Kapitalizmin yaşadığı bu derin sancıyı yönetim beceriksizliği olarak tanımlamak gerçekçi olamaz. Sorun ekonomik açıdan olduğu kadar, zihinsel süreç açısından daha uzun süreyi kapsadığı aşikar.
İnsanın varlığa ilk yabancılaşması, kendine “yeteceğine” dönük karar vermesiyle başladı. Bilimin gelişmesi, teknolojik başarı, Aydınlanma felsefesinin insanı kendinin ölçütü olduğuna olan inancı yeni bir algı inşa etti. Göklerle bağlantısını kesen insan, her şeyi aklın süzgeçinden, bilimin onayından geçirerek bir dünya cenneti ihdas etmenin imkanını aramaya koyuldu.
Seküler zihnin oluşum sürecini hızlandıran kilisenin tarihsel konumu, dinin karanlık çağlara ait bir ihtiyaç olarak görülmesini kolaylaştırdı. Kilisenin hayatın, neredeyse, tamamını yasaklarla ördüğü bir anlayış, her şeyi mübah hale getiren algıya evrilmede, büyük bir mahrumiyet enerjisini arkasına alarak dönüştü.
Batı, insan yerine sistemi öne koydu. İnsan bireye indirgendiğinde bütün kutsal bağlarından kopmuş, araçsal aklın peşinde, güvencesini sözleşmelerde arayan, profan bir tipoloji ortaya çıktı.
Seküler insanın kainatla kurduğu ilişki acımasızdı. Kainatın altını üstüne getirip bir an önce konfora dönüştürme arzusu, teknolojik üstünlüğün yarını garantiye alma çabası, sömürgecilik yarışını Avrupa’nın muhayyilesinde önemli hale getirdi. Merkantalist dönemin devleti, burjuvanın hizmetinde olarak, sermaye birikiminin gelişmesinin hızlandırdı.
Doymak bilmeyen insan, yarın korkusunu yenmek adına, gelecek kuşakların kaynaklarına vargücüyle saldırdı.
Sorumsuz iradenin, duraksız arzuların, dev çıban misali, büyüttüğün sermayenin son aşamasıdır karşımızda duran kriz.
Kainat insan ilişkisi, kardeşlik bahsiyle izaha kavuşmalı. İnsanın dünyada bulunuşu bir “yolculuk hali”dir. Karşılıksız suni üretim, sahipsiz ürünlere müşteri oluşturmada reklam olgusunu ortaya çıkarınca, mücadele acımasız bir güç denklemiyle yürür hale geldi. Motor gücünün hızlandırdığı hayat, insanın yolculuk halini hıza tabi kılarak yozlaştırdı.
Küresel sermaye, merkantalist dönemde işlevsel gördüğü devleti, geldiği aşamada engel telakki etti ve yeni düzenlemede küresel pazarı, medya gücüyle örgütleme ve yönetme sonucu, ulus devletleri ve sınırları şeffaflaştırdı. Son aşama ile birlikte, İslam toplumunun algısı ve pratiği Yeni Dünya Düzeninin dönüştürüca etki alanına dahil edildi.
İnsanın kainata ve kendine yabancılaşması, onu kozmik alemin dışına itti. İhtiyaçları, zevkleri, talepleriyle azmanlaşan insanı kainat doyuramaz hela geldi.
Müslüman dünyada, imanla amel arasında maalesef girmesi sonucu, piyasa değerleri ve rakamsal ifadeleri seküler dünya ile paralel seyretmeye başladı. Ortaya çıkan gerçeklik, “İlahi rıza” ile çelişti. Doyumsuz modern dönem insanı, dini parçalı zihnin bir bölgesine ait, piyasanın işine yaradığı oranda devreye alınabilecek yardımcı bir unsur muamelesine muhatap kıldı.
Yaratılış amacı doğrultusunda yaşayan insanın ihtiyaç kavramı, bu doğrultuda tabiatla kurduğu ilişki, hayranlık, merhamet ve kardeşlik güzergahında yerine oturur. Hayranlık, İlahi iradenin aklı aşan ve insanı önemseyen yönünü, kardeşlik kainatla insanın birbirini tamamlayan fıtratını ifade eder. İsrafın yasaklanması, üretirken ve tüketirken ölçüye riayet etmek, dünyada geçici bulunuşun farkında varmakla sağlanabilir. Paylaşımın adil olması, ikramın insana, fazlasıyla, geri döneceğine ait inanış, ahiret inancı olmadan kavranamaz.
Tüm olumsuzluklara rağmen, çetin şartlarda, hayatını idame ettiren İslam coğrafyasının direnci, “hesap günü” inancının gücüyle ayakta duruyor. “Hayır” kavramı faziletleri yaşanır kılarken, toplumsal yapının dokusunu sıkılaştırma, kardeşlik duygularını pekiştirme yönünde kendiliğinden işlev yükleniyor. Zekat, zengine fakiri küçük ortak kılarak, sermayenin bir güç haline gelerek toplumsal baskıya dönüşmesinin önüne geçer.
Kısacası, üretirken tüketirken; paylaşırken ve ikram ederken, parçalı ve farklı kategorik değerler devrede değildir. Yaşanan durum, zorlanmadan, imanın eyleme dönüşme halidir. İnsanın ihtiyaçlarına ayarlı yaratılan tabiat, bu durum karşısında kardeşlik kervanına katılmaktan imtina etmez.
Zaman, üç sekizlik ölçekte, uyku, çalışma ve ilim/ibadet istasyonunda, insanın “yolculuk hali”ne yardımcı olmaya can atar.
Küresel ölçekte “yolculuk hali” bozuldu. Krizler bunun göstergesi. Geçici dünya üzerinde ölümsüzlük şatolarının temelleri atılıyor.
Ve dünya her gün biraz daha hızlı döndürülüyor.
İnsanın başı dönüyor.
Depresyon doğal hastalığı…
Dünyada cennet arayan adam, yıldızlara, denizin derinliğine yolculuk yapıyor.
“Yolculuk haline” müdahil olan insan, gezegenleri keşfediyor ama kalbini bulamıyor.
Kalbini nerede kaybetti, bilemiyor.
“Birey” hastane odasında, vazodaki çiçeklere bakıyor.
Ziyaretçisi yok. Gözleri kapıda.
İki yüz kusur yıl sonra anladı ki, “özgürsün” demek; kocaman, öldürücü bir yalnızlık demekmiş.