Kovuk (1)

Ayşe Arman'ın Şerif Mardin'le yaptığı konuşmada, ünlü sosyoloğumuzun kullandığı tabirler, 'durum tespiti' olarak öne sürdüğü düşünceler ve geleceğe ilişkin söyledikleri tartışmalara yol açtı.

AK Parti'nin tek başına ve büyük oy çoğunluğuyla yeniden iktidara geleceği anlaşılınca 'mahalle baskısı'ndan söz etmişti. Politik kaygı ve tarafgirliği bir kenara bırakarak, sosyolojinin bize sunduğu bilgi ve değerlendirme zemini içinde kalarak -bu her ne kadar mümkünse- Mardin'in söylediklerinin bir sağlamasını yapmaya çalışalım.

Benim dikkatimi çeken en önemli kavram, Sayın Mardin'in, Türkiye'de yakın tarihte yaşadığımız önemli üç büyük göç dalgasıyla büyük kentlere taşınan milyonlarca insanın söz konusu demografik hareketini "kovuklarından çıktılar" şeklinde ifade etmesidir. (Bu konuya Yeni Şafak'ta Akif Emre de değindi, 20 Eylül 2007.) Yazıya başlamadan önce sözlüklere baktım. D. Mehmet Doğan "Büyük Türkçe Sözlük"te "kovuk" kelimesi için şunları yazmış: "İçi boş ve oyuk yer. Bir şeyin boş kısmı, oyuk. Küçük mağara."

Belli bir mesafeden Batılı sosyolojinin aşina olduğu bir kelime bu. Bir sosyal olayı anlatmak üzere kullanıldığı için kelimeye daha yakından baktığımızda, buram buram antropoloji koktuğunu anlamakta güçlük çekmeyiz. Kurgusal varsayımlara göre, tarih içinde gelişmiş kültür veya medeniyet yüzü görmemiş, 'pre-historik zamanlar'dan beri -bu hangi zamanlara tekabül ediyorsa, çünkü pre-historik zaman modern sosyal bilimlerin uydurduğu bir hurafedir- dağlarda, kırlarda, orman içlerinde, derin vadilerde ya da mağara içlerinde yaşayan topluluklar, ilkeller vardı. Bazı sosyologlar, tabiat üzerinde bir bakıma bilinçsiz ve amaçsız olarak 'sürü halde' yaşayan bu beşeri topluluklara 'hord' derler. Lineer tarih faraziyesine göre -bu da ahlaki ve entelektüel kemal açısından doğrulanmamış bir görüştür- Batı antropolojisi 'ilkel beşeri toplulukları' vahşi, barbar olarak tanımlar. Deniz aşırı ticaret, sömürgecilik ve güce dayalı yayılma döneminde, "Batılı Beyaz Adam", Avrupa-dışı dünyaya açılıp da oranın bilgi, tarihî eser ve maddi-tabii kaynaklarını yağmalamaya başladığında, yüz binlerce siyahiyi köle olarak gemilere doldurup tarlalara ve işletmelere taşıdığında, bu beşeri kategoride yaşayan ilkelleri kültürleştirmek, barbarları-vahşileri medenileştirmek istediğini öne sürüyordu.

Bizim ilk önemli iç-göç olayımız Truman Doktrini'ne göre Amerika'dan aldığımız Marshall Yardım Planı çerçevesinde 1950'lerde oldu. Alınan yardım ağırlıklı olarak tarımda makineleşmede ve kara yolları yapımında kullanıldı; bilinen maddi sebepler sonucunda küçük yerleşim birimleri 'itici', büyük şehirler -özellikle İstanbul ve Marmara- 'çekici' hale geldi. Sanayi ve eğitim kurumlarının da bu bölgelerde toplanmasıyla göç bu çerçevede hızlandı.

Belli şehirlere ve Batılı bölgelere nerelerden gelindi? Anadolu'nun her tarafından. Anadolu, kadim kültür ve medeniyetlerin yatağı. Kaç medeniyet ve büyük devlet kurulmuş bu topraklar üzerinde? Ben İstanbul'a -değerli Hocamızın da memleketi olan- Mardin'den 1970'te geldim. Asur, Roma, Pers, Bizans, Arap, Selçuklu ve Osmanlı şehir hayatının, mimari, mutfak kültürü ve oturma biçimlerinin kesiştiği, hâlâ derin izlerinin görüldüğü kadim bir medeniyet merkezi. Biz kadim bir yerleşim biriminden büyük bir medeniyet merkezine geldik, öyle sanıldığı gibi şehir hayatına intibak etmede zorluk çekmedik, sadece bize -bütün tarihî, kültürel kimliğimizin inkarını öngören- Batılı gibi yaşama tarzına itiraz ederek kendi köklerimize ve hangi dünyada ve zaman diliminde yaşadığımızın bilincinde olarak yaşama mücadelesi verdik. Kısaca bütün Türkiye olarak ne kovuklardan ne mağaralardan veya hayvanların yaşadığı inlerden çıkıp şehirleri istila ettik. Pazartesi devam edeceğiz.

 

Kaynak: Zaman