Kosova, 1389 tarihli Kosova Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin egemenliği altına girmiş ve 1913 yılında kesin bir şekilde Sırbistan'ın eline geçmiş "ecdat yadigârı" bir bölgedir.
Tam beş küsur asır boyunca "Osmanlı yurdu" ve "İslâm diyarı" hüviyetini taşıyan Kosova, yüzde doksan bir (% 91) oranda Arnavut ve diğer Müslüman unsurların ağırlıkta olduğu, Birleşmiş Milletler (BM) mandasında bulunan "özel statülü" bir yapıya sahiptir. 1913-1999 yılları arasında Sırp hakimiyeti altında bulunan Kosova, 1974 yılında özerklik statüsüne kavuşturulmuşsa da, ırkçı lider Miloseviç'in Yugoslavya'nın Devlet Başkanı olduğu sırada, bu özerkliği 1989 yılında elinden alınmıştır. Bu durumu içine sindiremeyen Arnavutlar, Sırpların tahrik, katliam ve baskılarının da etkisiyle, haklarını savunmak üzere geniş çaplı savunma eğilimi göstermişlerdir.
Daha güçlü konumda olan Sırpların soykırıma varan baskı ve katliamları karşısında BM ve NATO devreye girerek, 10 Haziran 1999 tarihli 1244 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla Kosova'da Birleşmiş Milletler otonom idaresi kurulmuştur. Böylece, yaklaşık dokuz yıldan bu yana, Sırbistan'ın Kosova üzerindeki egemenliği fiili (de facto) olarak kaldırılmıştır. Fakat, aradan geçen uzun yıllara rağmen, Kosova'nın yeni statüsü konusunda henüz net bir gelişme olmadığı için, sürecin lehinde ve aleyhinde olan taraflar arasındaki gerilim her geçen gün daha da artmaktadır. Kuşkusuz sürecin yönü konusunda fazlaca bir etkiye sahip değil ama, gelişmelerden en fazla etkilenecek ülkelerden birisi konumundaki Arnavutluk'un meydan okuyan tavırlarına bakılınca, gerilimin hangi boyutlara tırmandığını daha iyi anlarız. Mesela, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nde konuşan Arnavutluk Cumhurbaşkanı Bamir Topi, "Kosova belirsiz bir statünün rehinesi kalamaz. Arnavutluk, Balkanlar'daki istikrara ancak Kosova'nın bağımsızlığıyla ulaşılabileceğine inanıyor" şeklindeki görüşüyle, süreç karşısında ne derece duyarlı ve sabırsız olduklarını açık bir şekilde ortaya koymuştur.
10 Aralık 2007 tarihine kadar zaman tanınmasına rağmen, BM gözetiminde ABD, AB ve Rusya troykasının yürüttüğü müzakerelerden herhangi bir sonuç çıkmaması, durumu daha hassas ve tehlikeli bir noktaya sürüklemiştir. Açıkçası, her ne kadar ABD ve AB'nin en güçlü üyeleri, Kosova'nın "tek taraflı olarak" bağımsızlığını ilan etmesi durumunda, "bağımsız devlet" statüsünü tanıyacaklarını ilan ederek Arnavutları bağımsızlığa teşvik ediyorlarsa da, BM Güvenlik Konseyi'nin bu yönde kesin bir kararı olmadığı için, "tek taraflı bağımsızlık" kararı, süreci daha da içinden çıkılmaz bir noktaya sürükleyebilir. "Balkanlar'da Büyük Arnavutluk'u kurma girişimi" olarak değerlendirilmekte olan bu süreç, özellikle Rusya'nın onayı es geçilecek olursa, Doğu Avrupa'nın tamamını "Balkanlaştırma" noktasına taşıyabilir. Doğu Avrupa'nın Balkanlaştırılması demek, bütün insanlığın imrendiği Avrupa Birliği (AB) projesinin iflası anlamına gelebilir. Çünkü, Doğu Avrupa'daki devletlerin iç karışıklıklara sürüklenmesi halinde, bu devletlerin yarısından çoğu AB üyesi olması nedeniyle, bu karışıklıkların AB'yi ortadan ikiye bölebilmesi çok büyük ihtimal olarak karşımızda durmaktadır. Kaldı ki, Kosova'nın gelecekteki yeni statüsü konusu nedeniyle, daha şimdiden AB ülkeleri ikiye bölünmüşlerdir.
Öte yandan, gelişmelere bakılınca, yakın bir gelecekte bağımsızlığına kesin gözüyle bakılan Kosova'nın bu "ayrıcalıklı" konumu, başı "ayrılıkçı hareketlerle" dertte olan bütün ülkeleri derinlemesine düşünceye sevk etmektedir. Çünkü, İkinci Dünya Savaşı sonrasında geçerli hale gelen Birleşmiş Milletler şart ve standartlarına göre, herhangi bir devlet yönetimi, kendi ülkesinde yaşayan halkları ırk, inanç ve renk ayrımı gözetmeden temsil edebiliyorsa; o ülkede yaşamakta olan halkların, "kendi geleceğini tayin etme hakkı"nı gerekçe göstererek bağımsızlık arayışına çıkmaları hiçbir şekilde kabul edilmemektedir. Bu açık gerçeğe rağmen, Kosova'nın "özerk statüden bağımsız devlet yapısına" sıçramasına müsaade edilecek olursa, 11 Eylül (2001) süreciyle birlikte, postmodern küresel sistemde, ulus-devletleri ortadan kaldırmak amacıyla, ayrılıkçı hareketlerin yeni devletçiklere dönüşmesine müsaade edileceği kanaati bütün dünyaya yayılmış olacaktır. Böylece, çokça zikredildiği üzere, 21. yüzyılda binlerce devletin ortaya çıkmasının önü açılacaktır yönündeki inanç doğrultusunda, ulus-devletlerdeki iç savaşlar domino etkisiyle bütün dünya geneline yayılacaktır.
Bu noktadan hareketle; şayet, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) üzerinden, Yeni Ortadoğu'da kurulmaya çalışılan yüzlerce kent devlet yapısı, aşamalı olarak dünyaya yayılacak olursa, acaba ABD ve AB, nasıl bu sürecin dışına çıkacaklardır? Yoksa; postmodern küresel sistemin perde arkasındaki Çok Uluslu Şirketler ile Küresel Fonların ağababası konumundaki Yahudi sermayesi ve Siyonizm, aşamalı olarak ABD ile AB'yi de parçalara ayırarak İsrail'in güdümündeki Dünya Devleti'nin önünü tamamen açmaya mı çalışmaktadır? Bu konuların akademik üslup ve diyalog mantığı çerçevesinde tartışılması çok yararlı olabilir.
Kaynak: Vakit