Abdullah Gül cumhurbaşkanı adayı oldu!
Bu cümle birçok insanın vücut kimyasının bozulmasına neden olmaktadır.
Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı yapan bir zatın cumhurbaşkanı olamamasının altında meşru bir beklenti içinde olmak gönüllü aldatılmaya örneklik teşkil eder…
Vücut kimyası bozulan kişilerin beklentilerinin yüksekliğinden kaynaklı olduğu tartışılmazdır! Seksen yıllık cumhuriyet dönemi boyunca herhangi bir liyakat gözetilmeden makam, mevki ve ekonomik güç kazanan kişilerin Menderes, Özal ile birlikte bozulan dengelerinin Abdullah Gül ile birlikte ciddi bir bozguna uğraması yatmasın! Bu korku bürokratik vesayet sahiplerini olduğu gibi bu vesayete bağımlı hale gelen CHP’yi de içermektedir. Hangi makul bir gerekçeye bağlı olarak Atatürk’ün maddi mirasına sahip olan bu parti; acaba yeni durumla birlikte bu vasi sıfatını koruyamayacağı inancı mı onu bu kadar kışkırtılmış öfkeye sahip kılıyor.
Her kayıp yeni kayıpların habercisi olduğu tezi doğru ise muhalefet biçiminin anlaşılır olduğu kabul edilebilinir… Ama insan bu kadar korkusunu dışa vurmaz ki!
Aslında korkuları yersiz, ama bu yersiz korkuya rağmen sinelerinde gizleyemedikleri bir acaba kuşkusu ürpertici seraplar görmelerine neden olmaktadır.
Hâlbuki tam tersi, tarihsel bir kırılmayı yaşayan dünya siyaseti, kendi mecrasını ararken Türkiye önüne çıkan bu fırsatı kaçırmamak için birlik ve dirliğini muhafaza etmelidir. Güç; ancak içerde ve dışarıda bütünlüğünü muhafaza eden kişi ve kurumların işbirliği sayesinde meydana gelir ve sonuç getirir. Bunu en iyi bilenlerden biride Abdullah Gül Beydir.
Mevcut iç çelişkileri asgari düzeye çekerek bir uyum ve uzlaşı sağlayabilecek belki de tek kişidir. Bu tek kişiliği sahip olduğu kişiliğinde mündemiçtir. Yumuşak huylu olması, diyaloga açık olması ve kolay etkilenmeyen kişiliği önem kazanmaktadır. Ayrıca ideolojik bir bağnazlığa sahip olmadığını da siyasi tarihi şahitlik etmektedir.
Abdullah Gül karşıtlığı; bir, ideolojik bağnazlığa bağımlılık, iki, çıkar bağımlılığına teşne olma, üç, kendisini düzeltme konusunda güven duyamama hali! Yani her halükarda pragmatik özellikler taşır. Ama bu pragmatik özellikler Türkiye’nin önünü tıkayan özellikler olduğu da tartışılmaz bir gerçekliğe sahiptir.
Şimdi eğri oturup doğru düşünelim! Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin baltalanmasının en azından bir önemli tespiti vardı. Genel seçimler yakındı. Ve çoğunluk temsiliyeti maalesef yoktu. Ancak 22 Temmuz 2007 Genel seçimleri bu handikapları ortadan kaldırdı. Hem seçimler yapıldı ve Ak Parti seçimden güçlenerek çıktı. Hem de temsiliyet en üst düzeye çıktı. Artık sağduyu sahibi insanların büyük bir kısmı azamisi Abdullah Gül’ün seçilmesinin önünde bir engel olmadığı görüşünü paylaşıyorlar. Hala ayak sürümenin ve bunu bir düşünceye, inanca hakarete vardırmanın mantıklı bir izahı yoktur. Zaten seçimlerinde mantıklı olmadığı savını ileri süren zevata bir şey söylemek mantığa aykırıdır. Hele işi Aziz Nesinvari bir üsluba dönüştürerek halkın aptallığından dem vurmanın akıl, izan ve insafla ilişkisi kalmayacaktır.
Bu durumun bir tek açıklaması vardır: ideolojik bağnazlık ve gücün elden gitmesinin oluşturduğu korku hissidir…
Tekrar uluslar arası siyasete dönecek olursak eğer; tek kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya dönüşün sancıları var! ABD o kadar belirginlik kazanıyor ki; perde arkasında meydana gelen değişimlerin ‘Bölge Güçleri’nin dikkatinden kaçırılması isteniyor. Buna bilerek veya bilmeyerek çanak tutanların tarih karşısındaki sorumlulukları ve komiklikleri trajik olacaktır.
Gözlerimizin önünde güç kazanan İran örneği var! Bütün olumsuzluklarına rağmen büyüme istidadını ve gücünü kazanan bir Türkiye var! Ve bu Türkiye Bölgesel güç olmaya adımlar atarken sürekli farklı sorunlarla iştigal ettirilerek önü kesilmek istenmektedir.
Niye?
Çünkü: bir dönemler dünya hâkimiyetini ABD ve diğer dünya hâkimiyetini sağlamış bütün devlet ve imparatorluklardan daha uzun bir döneme yaymış bir imparatorluğun mirasçısıdır. Sadece bu miras değil; kültürel ve stratejik hamle üstünlüğüne de sahip bir coğrafyadır! Ve dünyanın merkezi olan coğrafya ile de din ve inanç bağı vardır. Kültürel bağı da çok güçlüdür ve en önemlisi de hala çok güçlü bir duygu ile bir sevgiyi görmektedir.
Bütün bunları birlikte düşündüğümüz zaman devlet ile millet birlikteliğine yönelik hamlelerin neye mal olacağı ve kimlere yarayacağı üzerine bir kez daha düşünmeliyiz. İçimizdeki yerli dışımızdakilerin buna çanak tutması anlaşılabilir de, kendini bu millete ve devlete adadığını söyleyen kurum ve kişilerin bu tavrı basiretsizlik değilse ihanettir…
Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilirse ki önünde şu an için bir engel bulunmamakta: önceliği millet ve devlet arasındaki bütünlüğü sağlamak ve varolan çatlağı tamir etmelidir. Devlet derken elbette ki gücü elinde bulunduran kişi ve kurumlar değil kastımız; milletin zorunlu olarak kendini yönetme istemidir… Milletin devletini yönetmesine imkân bahşedilmesidir…
Türkiye için Ak Partinin verdiği gelişme rakamlarının nasıl güdük kalacağını hepimiz göreceğiz! Korkunun ecele faydası yoktur! Bütün engellemelere rağmen Erbakan hükümetinin çok kısa bir zamanda nasıl bir ekonomik büyüme sağladığı ortada! Ak Partinin şu kısa zamanda, yapılan tahribatları giderme noktasında gösterdiği başarı da ortada. O zaman korkmaya gerek yok!
Bu şu demek değil; ne yaparlarsa kendi yanlarına kar kalsın! Tam tersi milletin gözü ve kulağı onların üzerinde olmalı ve yaptıkları yanlışları hemen kendilerine muhalefet olarak döndürülmelidir. Hiç kimse bu topraklarda kendi korunağını oluşturarak milleten gizli işler çeviremez ve çevirmemelidir.
Yukarıda dile getirdiğimiz düşünceler Ak Parti eleştirilerimizi ortadan kaldırmaz! Fakat eleştiri adabı ve ahlakına uygun olarak yaptıkları yanlışları da sonuna kadar dile getirmeliyiz. Hatasız kul olmayacağı için Ak Partiyi de insanlar yönettiklerine göre hata yapma payı muhtemeldir. Önemli olan adalet çerçevesinde hakkaniyetle ve sorumluluk bilinci ile eleştiriyi kullanmaktır. Böyle davrandığımız zaman karşılıklı güven oluşacağı gibi bir meşruiyet zemini de oluşur.
Her iki taraf içinde güven önemlidir.
Bu güven ve meşruiyet zemini içinde biri yanlışları dile getirirken diğeri de yanlışlarını görerek kendisini düzeltmelidir. Bu topraklar hepimizin ve hepimiz bu topraklarda yaşıyoruz. O zaman hepimizin birbirimize ihtiyacı vardır…
Gelin aramızdaki sorunları dış güçlerin yararına olmayacak biçim ve biçemde halledelim. Zaaflarımıza teslim olmayalım ki başkaları da bu zaaflarımızı kullanarak bizi bize karşı kullanmasın…