Korku cumhuriyetini mi koruyalım; “Demokrasili” cumhuriyeti

Turgut Özal, bundan 14 yıl önce, dün (17 Nisan), bu dünyaya veda etmişti. Türkiye’nin 8.Cumhurbaşkanı, 7 yıllık görev süresini tamamlayamadan, tam ortasında ölüm nedeniyle görevini bıraktı.

Ölüm nedeniyle ayrılmasa da, görev süresi bitmeden Çankaya’dan inecekti. Genel seçimlere yakın bir dönemde, “kendi iradesiyle Çankaya’yı ilk terk eden Cumhurbaşkanı”  olarak adını siyasi tarihimize kaydettirecekti.

Bu kararı kesindi. Zamanlaması belli değildi. Bunu, kendisiyle, ölümünden önce birkaç kez konuşmuştuk. Türkiye’ye “çağ atlatan” reform hamlesinin “ikinci dönemi” için aktif siyasete dönmekte kararlıydı. Çankaya’yı kafasındaki devrimci atılımları hayata geçirmekte yeterli bir pozisyon olarak görmemeye başlamıştı. Hükümete de, “statükocu” olarak gördüğü eski ve kurucusu olduğu partiye, muhalefetteki ANAP’a da “muhalif” idi.

Kemal Atatürk’ten sonra, Türkiye’nin 20.Yüzyıl’da gördüğü en çaplı ve ülkeyi en dönüştürücü devlet adamı olduğu su götürmez. Turgut Özal için çok şey söylendi, çok şey yazıldı, çizildi ama 1993 yılında bu dünyadan ayrıldığı vakit, ardında çok renkli, tabuların üzerine gidebilen, iç barışı bulunan, özgüvene sahip bir ülke bıraktığı da tartışma götürmez.

 

Bir seferinde, bir çok konuda olduğu gibi “bir ilk” olduğunu, “Cumhuriyet’in ilanından sonra doğmuş ilk Cumhurbaşkanı” olduğunu hatırlatarak yapmıştı. Turgut Özal ile birlikte, Türkiye’nin “Cumhuriyet sonrası doğmuş” cumhurbaşkanları dönemi açıldı. Cumhuriyet’in ne kadar kökleştiğinin bir başka göstergesi...

 

***            ***          ***

 

Turgut Özal’ın ölümünden bu yana 14 yıl geçti ve o gün daha ilkokula başlamamış çocuklar bugün üniversite bitirme çağına geldiler. Onları ve ölümü sırasında henüz çocukluk ve ilkgençlik dönemlerini aşmamış olanları hesapladığınızda, Türkiye nüfusunun üçte ikilik bir oranını elde edersiniz.

Yani, “genç” bir topluma sahibiz  Genç olduğu oranda da, toplumun adeta henüz “ergenlik” çağına ulaşamadığı, kuşkucu, asabi, korkular ve saplantıların ön plana çıktığı bir dönemi yaşıyoruz. En belirgin göstergesi, şu “Tandoğan mitingi.”

 

Miting, görkemliydi. Etkiliydi. Çok farklı dürtüler ve çok çeşitli eğilimlerden insanlar katılmıştı o mitinge. Peki, aralarındaki “ortak payda” neydi?

  1. Cumhuriyet’i korumak;
  2. Bu amaçla, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasının önüne geçmek.

“Cumhuriyet’i korumak” gibi onbinlerce, yüzbinlerce insanı bir araya getirecek bir dürtü varsa, o, Cumhuriyet’in “tehdit altında” olduğu korkusundan kaynaklanıyor demektir. Bu “korku”, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması ihtimalinden özellikle tetikleniyorsa, bu, Türkiye’nin dört yılı aşkın süredir başbakanı sıfatını taşıyan kişinin “Cumhuriyet için bir tehdit” oluşturduğu algılamasına dayanıyor demektir.

 

Başbakan Tayyip Erdoğan, birde Ak Parti’nin genel başkanı. Peki, Çankaya’ya oturması, Cumhuriyet açısından niçin “tehdit” olabilir? Tayyip Erdoğan’ın “irtica”yı temsil ettiği iddiasından ve onun cumhurbaşkanlığı altında –hele bir de Ak Parti seçimleri kazanır ve yürütme ile yasamaya hakim olursa- Türkiye’nin bir “teokratik devlet”e sürüklenmesi riskinden duyulan korkudan ötürü.

 

Ankara’da ülkenin çeşitli köşelerinden de gelerek toplanan ve yürüyen yüzbinler, Türkiye’de “laikliğin elden gideceğinden” ve bir de Türkiye’nin parçalanacağından korkuyorlar.

 

Laik rejimin değişmesinden, ülkenin toprak bütünlüğünün korunamayacağından korkan yüzbinler Ankara’da toplandı ve yürüdü. “Korku” ve “kaygı”yla bir araya gelen ve giderek asabileşen büyük bir topluluk bu.

 

Korkuları ve kaygılarının “geçersiz” ve “doğru olmadığı” kanısındayım ama yüzbinlerce insana sirayet etmiş olan bu korku ve kaygının “gerçek” olduğunu da görüyorum. O yüzden, mitingi düzenleyenler ile katılanları birbirinden ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Katılanlar bu farkı anlamamakta direnseler de. “Nasyonal sosyalist” olanlar düzenleyiciler. Katılanların önemli bir bölümü ise, “nasyonal sosyalist” oldukları için değil, “Cumhuriyet tehlikede” diye “samimi” bir duygudan ötürü oradaydılar.

Ancak,  bütün bu “gerçeklik”, durumun “patolojik” olduğu gerçeğini de ortadan kaldırmıyor. Yerinde, gerçekçi ve geçerli olmayan korku ve kaygılarla yola çıkanların varacağı “doğru adres” olamaz. Ayrıca, çok çarpıcı bir başka büyük gerçek gözden kaçıyor: Tayyip Erdoğan, bu Cumhuriyet’in ürünüdür. Varoluşu Cumhuriyet’in sayesindedir. Bu, Cumhuriyet’in en ziyadesiyle övünebileceği ürünlerinden biridir.

Hangi monarşide, hangi “teokratik devlet”te, Tayyip Erdoğan ya da onun gibi son derece mütevazi bir çevreden gelen biri, bir başka Ak Partili Çankaya’ya kadar tırmanabilir? Bu Cumhuriyet, bir Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya kadar tırmanabileceği “sosyal mobilite”ye sahipse, “demokratik özü”nden ötürü haklı olarak övünebilir. Böyle bir Cumhuriyet, bırakın bu nedenle “tehdit altında” olmayı, o tür “tehditler”e “en bağışık” rejimi oluşturmuş demektir. Ankara yürüyüşçüleri “müsterih” olabilirler.

 

***         ***        ***

 

Bir “bilgi notu”: Bir “siyasi projesi” olmayan hiçbir toplumsal hareketin anlamı olmaz. Tandoğan’da toplanmış olanlar hangi “yüce amaç” ile oraya gittikleri düşüncesinde olurlarsa olsunlar, toplantının amacı ve elde edilmek istenen sonucunu, “siyasi projesi”ni, piyasanın en dikkat çekici “neo-faşist” düşünce adamı, bakın, dün nasıl kaleme almıştı:

 

“Partiler üstü olan ve toplumun en az üçte ikisini temsil eden bu kitle, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Ortadoğu ülkesini istemiyor. AKP’nin laikliğe karşı tavrını, din ve inanç özgürlüğü değil, kendisine dayatılamayacak, Cumhuriyet karşıtı bir hayat tarzı olarak görüyor. Sn. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını, Cumhuriyet’e varoluşçu bir tehdit sayıyor.

 

AKP’nin ve destekçilerinin böyle bir tehdit olmadığını savunmalarının yararı yok. Çünkü taraflardan biri ‘tehdit var’ diyorsa, vardır... Sn. Erdoğan ulusun üçte ikisine meydan okumaya devam ederse, rejim bunalımı sadece ağırlaşacaktır.

 

Cumhuriyet’in kurucu ilkelerine karşı çıkmanın, ülkeyi bu ilkelerin kanla yazıldığı başlangıç şartlarına döndüreceğini daha önce de yazmıştık...

 

Mitingin de gösterdiği gibi, Türkiye’nin kaderi Ankara’da kararlaştırılacak, İstanbul’da değil. Herkes hesabını buna göre yapsın!”

 

Totolojiye bakın hele. 1) Ankara’dakiler toplumun üçte ikisi. (Niyesini sormayın; öyle!) 2) Toplumun üçte ikisi, Tayyip Erdoğan’ı Cumhuriyet’e varoluşçu bir tehdit görüyor. 3) Tehdit yok demeyin; iki taraftan biri olan ben, var diyorsam, vardır. 4) Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına çıkması Cumhuriyet’in kurucu ilkelerine karşı çıkmak demektir. Çünkü, bunu böyle tanımlıyoruz. 5) Bu kan dökeceğiz anlamına gelir. 6) Ankara mitingi bunu yapabileceğimizi göstermiştir.

 

Bu mantıkla yola çıkarsanız, Türkiye’de Anayasa’nın, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin düzenlenmiş esasların, TBMM’nin, seçim yapmanın bir anlamı yok. Ankara’da görkemli bir miting yapın, yaptırın, katılımı yüksek tutun, belirli sloganları attırın, yeter.

 

Acaba, bir de “Demokrasiyi koruma mitingi” düzenlense, Ankara’daki mitinge katılanların ne kadarı, aynı heyecanla gelirdi? Bunu merak ediyorum. Merak bu ya...

 

Kaynak: Hurriyet