Körfez'de IŞİD kavgası

Dünyada ve bölgede ‘IŞİD kimin eseri?’ tartışması uzayıp gidiyor.  'Kabahat samur kürk olmuş ama kimse talip olmamış' misali, kimse IŞİD’in fikir atası olduğunu ve kirveliğini kabul etmiyor! Bununla birlikte herkes yakar top gibi birbirinin üzerine atıyor. 

IŞİD’in Suriye’den sonra Irak’a girmesi yeni bir 11 Eylül etkisi meydana getirdi.  Bunun üzerinden dört koldan algı operasyonu yürütülüyor.  Bütün çözümsüz meseleler IŞİD üzerinden çözüme kavuşturulmaya çalışılıyor.

Batı meseleye işlevsel bir zeminde yaklaşıyor.  Bununla ilgili çeşitli ithamlar ve karşılıklı suçlamalar var. Fransız Cumhurbaşkanı Hollande’ın da ifade ettiği gibi, aslında Batı’nın Suriye’de akan kana seyirci kalması ve onun yanında bölgesel aktörleri işlevsiz bırakması ve kilitlemesi IŞİD’in sadece doğuşuna değil aynı zamanda büyümesine ve palazlanmasına da hizmet etmiştir.

Sözgelimi, Obama yönetiminde Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Ben Rhodes  IŞİD’in yükselişinden Esat rejiminin sorumlu olduğunu söylemiştir. Elbette bu konuda Nuri Maliki’nin de payı var. Hala bugün bile Ebu Gureyb Hapishanesinden toplu kaçışların sırrı çözülebilmiş değil. 

IŞİD’in türemesinde elbette hapishanelerin rolü büyük. Diyarbakır Hapishanesi bir zamanlar PKK’nın kuluçkası olmuştu. Keza Nasır döneminde Mısır hapishaneleri medrese-i Yusufiye değil tabir caizse radikal hareketlerin kuluçkasıydı. Daha doğrusu buralardan toplumu dışlayan ve kendini tecrit eden Hicre ve Tekfir grubu veya Şükrü Mustafa’nın liderliğindeki yeni Hariciler üremiş ve mezun olmuştur. Esat’ın Saydnaya Hapishanesi ve Ebu Gureyb mebzul manada aykırı tipler üretmiş ve mezun etmiştir.  Ebubekir Bağdadi bu aykırı tiplerden sadece birisidir.

Kısaca IŞİD’in çıkmasının arkasında 11 Eylül işgalleriyle birlikte Pandora’nın kutusunu açan Amerikan yönetimi vardır.  Obama bu dönemin perdesini hala kapatamamıştır. Gulag Takımadalarının halefi veya Ebu Gureyb’in akranı olan Guantanamo Temerküz Kampı hala faaliyetlerine devam etmektedir.    Bu nedenle IŞİD ortak bir üründür.  Esasında Amerikan yönetimi bunlarla mücadele etmiyor, kullanıyor. Bu doğrudan veya dolaylı olarak ürettiği anlamına da geliyor.

*

Mısırlı yazar Cemal Sultan diktatör Arap rejimlerinin ve onların liberal ortaklarının IŞİD’in yasal kirvesi ve atası olduğunu beyan etmektedir. Meselenin küresel boyutunun yanında bir de Ortadoğu boyutu var. Bu ülkelerdeki çeşitli fikir akımları IŞİD’i hoşlarına gitmeyen zümrelerin üzerine boca ediyorlar.

Bununla birlikte tartışmada iki odak öne çıkıyor. Bunlardan birisi Hazreti Ali döneminden kalma ve zaman zaman nükseden Haricilik cereyanıdır.  Haricilik mezhep olmaktan ziyade bir harekettir.   IŞİD’in fikir atası olarak kabul edilen ikinci hareket ise Selefilik veya Vehhabiliktir. Özellikle de  Muhammed Bin Abdulvehhab’ın geliştirmiş olduğu Vehhabilik olarak anılan akım ve hareket. Kabir yıkma ve tekfir konusunda bu hareketle IŞİD arasında elbette bazı benzerlikler var.  Suudi Arabistan’ın resmi tezi bunların Vehhabilikten ziyade Haricilikten mülhem olmaları yönünde. Kimse 'ayranım ekşi' demiyor. 

Bununla birlikte, Suudi Arabistan’ın liberal ve nüfuzlu kalemlerinden Cemal Kaşıkçı, keskin birkaç IŞİD makalesi yazdı. Bunlardan biri olan ‘Kral niçin ulemaya kızdı?’ başlıklı yazısında, IŞİD’in Suud İhvanının bir uzantısı olduğunu ifade ediyordu. IŞİD karşısında Suud ulemasının sessiz kalması Kral Abdullah bin Abdulaziz’i kızdırıyor. 

Cemal Kaşıkçı bu yazısıyla zülfiyare dokunmakla birlikte hedefine de ulaştı. 9 Ağustos 2014 tarihli bu yazının mürekkebi kurumadan Suudi Arabistan Başmüftüsü ve Hey’etül Ulema Başkanı Al-i Şeyh bir bildiri yayınlayıp, sonra da bir konuşma yaparak; Haricilikle alakalı hadisler eşliğinde, IŞİD ve el- Kaide’yi İslam’ın bir numaralı düşmanı ilan etti.  Böylece Kral Abdullah’ın buyruğunu yerine getirmiş oldu. Bununla birlikte, Cemal Kaşıkçı yine dolaylı olarak ulemanın şimşeklerini üzerine çekmiş oldu.

*

Cemal Kaşıkçı’nın söyleyemediğini, BAE’de yaşayan ve ‘huysuz ve geçimsiz bir ihtiyar’ olarak anılan (eş Şeyh el Müşakis) Ahmed el Kubeysi seslendirmiş ve dillendirmiş oldu.  Böylece  kimilerine göre hamamın  da namusunu kurtarmış oldu. Cemal Kaşıkçı IŞİD’in fikir babası olarak Kabe’yi de basan Suud İhvanını gösterirken, Kubeysi kitabın ortasından konuşmuş ve meselenin bamteline temas etmiştir. Ona göre, IŞİD lideri Ebubekir Bağdadi Yahudilerin uşağı ve ajanıdır ve Hazreti Hüseyin’in katillerinden daha beterdir. İsrail’in hizmetindedir. Kubeysi, beraberinde, Ebubekir Bağdadi’nin fikri soy kütüğünün İhvan’dan ziyade, onların da ilk kuşağı olan Muhammed Bin Abdulvehhab’a dayandığını belirtti. Ahmet Kubeysi’ye göre,  Muhammed Bin Abdulvehhab İran asıllı bir Yahudi’dir. Sanki ikinci bir Fatimi sülalesi!  

Bunun üzerine Suudi Arabistan’da bazı kesimler harekete geçti ve Ahmet Kubeysi’yi BAE’den sürdürmek istedi.  Zaten bazı sivri konuşmalarından dolayı ekranla arasına mesafe konmuştu. Sivri dilli olmanın bedelini belki de böyle ödüyor. Hatta eski Polis Şefi Dahi Halfan bile bu sözleriyle Kubeysi’nin Suudi Arabistan’dan öte kendilerini de rencide ettiğini söyledi.

BAE son zamanlarda Suudi Arabistan’la aşırı yakınlaşmış durumda; bu nedenle de ilişkilerin seviyesini muhafaza için titizleniyor ve Suudileri küstürmek istemiyor. Ahmet Kubeysi'nin aleyhindeki kampanya etkili oldu ve Suudlu bazı avukatlar, BAE yasalarına dayanarak Ahmet Kubeysi aleyhinde dava açtılar.

Ahmet Kubeysi bundan pek de alınacak veya bazılarına göre akıllanacak gibi gözükmüyor.  Kampanyayı dikkatle izliyor ama geri adım atmıyor. Daha doğrusu aldırmıyor.  İşin ilginç yanı, Suudi Arabistan basınının liberal kanadını temsil eden eş Şarku’l  Avsat gazetesi, Kubeysi'nin etraflı bir profilini yayınladı. Bu profil zemden ziyade övgü dolu. 

Bu huysuz ihtiyar Irak'ta Kraliyet döneminde Bağdat Paktına kafayı takmıştı. 1958 sonrası Komünistler döneminde ise onlarla karşı karşıya geldi ve onu hapsettiler. Baasçılar dönemiyle de başı hoş olmadı. Yıldızları barışmadı. 

2000 yılında ülkesini terk edip sonunda BAE’ne yerleşti.  İşgalden sonra bir ara ülkesine döndü ama bu defa da işgalcilerle karşı karşıya geldi.  İmam-ı A’zam Camiinin etkili hatiplerinden birisiydi. Bağdat Üniversitesi Şeriat Fakültesinin dekanı oldu. Konuşmalarıyla Saddam’ın dikkatini çekti, mest etti.  Kendisine vakıflar bakanlığı teklif etmesine rağmen onu usturuplu bir biçimde savmasını bildi. Lakin Saddam’ın kendisine yönelik ilgisi çevresinin husumetini, belki de hasedini çekti ve ülkesini terk etti. 2003 yılından sonra ise Irak’ın kraliyete dönmesini ve kralın da Geylani ailesinden birisine verilmesini savundu.

Son dönemlerde Selefilerle çatışmayı itiyat haline getirdi.  Dilinin kemiği yok.  Dil yarası nedeniyle Selefiler ise onu misafir olduğu ülkede sıkıştırıyorlar.