Güney Kore veya Myanmar halkının tamamının ülkelerini boşalttığını ve bu insanların dünyada dolaşmaya başladığını hayal edin. Bugün yeryüzünde kendi isteği dışında kimi nedenlere bağlı olarak mecbur kaldığı için yerinden-yurdundan olan insanların sayısı yaklaşık olarak, ayrı ayrı, iki ülkenin nüfusuna (Güney Kore: 50.219.669; Myanmar: 53.259.000) eşit: 51,2 milyon. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre, ikinci dünya savaşından beri hiç bu kadar insan çatışmalar yüzünden yollara düşürülmemişti.
2013 sonunda elli bir milyon insan mahrumiyet içinde. Önceki yıla oranla altı kat artmış bir rakam. Elbette Güney Sudan ve Orta Afrika Cumhuriyeti var. Fakat bu oransal ilişki öncelikle varsayımsal olarak 22 milyon kişinin yaşadığı Suriye’ye hamledilebilir. Bu 22 milyondan 9 milyonu üç yıl önce patlak veren iç savaş yüzünden yerinden-yurdundan oldu. Bu 9 milyonun 6,5 milyonu ülke içinde yersiz-yurtsuz vaziyette ve 2,5 milyonu Suriye’den kaçmış durumda. İki buçuk milyon erkek, kadın ve çocuk UNHCR ile birlikte Lübnan, Ürdün, Irak ve Türkiye gibi komşu ülkelerdeki organizasyonların yetişemediği uçsuz bucaksız çadır kentlerde hayatta kalmaya çalışıyor. Bugün itibariyle bir taraftan Suriye’den Irak’a ulaşmaya çalışanlar varken, diğer taraftan Irak halkının bir bölümü IŞID güçlerinin saldırıları nedeniyle yerinden olmuş durumda.
Bununla birlikte Suriye, mültecilerin sayısını kayıt altına alamıyor. Mahrumiyet konusunda 2,6 milyon mülteciyle Afganistan ilk sıradaki yerini koruyor. Yersiz-yurtsuz Afganlar, kelimenin tam manasıyla, yıllardan beri dünya üzerinde derbeder haldeler. Bunu Sangatte örneğinden biliyoruz (Fransa’nın Manş çıkışında bir mülteci kampı). Bu iç karartıcı listede sonraki sırada 1,1 milyon mülteciyle Somalililer bulunuyor. 20 Haziran’da bu rakamları yorumlayan UNHCR Yüksek Komiseri Antonio Guterres “savaşlara son verme konusundaki acziyetten ve çatışmalara çözüm bulma ya da önleme başarısızlığından kaynaklanan bedel çok büyük” diyerek konuya dikkat çekmekten başka bir şey yapamadı. Bu öncelikle insani bir konu çünkü milyonlarca mülteci, milyonlarca cefa demektir. İnsani yardım çalışanları “palyatif hizmetlerde bulunabiliyor olsalar da siyasi çözümlerin hayati önemi son derece açık” diye ekliyor Guterres.
Söz konusu bedel aynı zamanda mali bir bedel. Suriye çatışmasının böylesine trajik bir savaşa dönüşmesine göz yummuş olmaktan ötürü gurur duymaması lazım gelen uluslararası toplumun söz konusu savaşın sonuçlarını kontrol altına almaya yardımcı olmak üzere kesenin ağzını açacağı düşünülebilir. Fakat zor. Bugün itibariyle UNHCR 2014 yılı için Suriyelilere yönelik gerekli finansman desteğinin yüzde 28’inden daha azını ancak elde edebilmiş durumda.
Peki, bu sorun, ne önlenebiliyor ne çözülebiliyor ne de mali destek sağlanabiliyorsa, mültecilerin kabul edilmesi mümkün mü? Geride bıraktığımız zaman dilimi, bunun hiç de revaç bulmadığını gösteriyor. İtalyan Mario Monti hükümetinin eski dışişleri bakanı ve yorulmaz insan hakları savunucusu Emma Bonino’ya sorarsanız, ülkesi eşi görülmemiş bir mülteci akınıyla karşı karşıya. On binlercesi deniz yoluyla odessa-vari destansı ve kabus dolu bir mücadeleden sonra buraya ulaşabiliyor. Ya denizin tekneleriyle birlikte yuttuğu binlercesi… “Haydi!”
2014’ün geride bıraktığımız ilk beş ayı boyunca, Emma Bonino’nun işaret ettiği gibi, İtalyan sahil koruması 40.000 kişiyi kurtarabilmiş. Bu, 2013’ün toplam rakamına denk. Bu gidişle yılsonuna kadar 100.000 kişiyi bulacaktır bu rakam. Kaldı ki, Bonino imasız bir şekilde, “bu sadece buzdağının görünen kısmı!” diyor. Akdeniz’in güneyinde yani Afrika kıtasında “yola düşen binlerce değil, kelimesi kelimesine, milyonlarca insan” var.
Sadece Suriye veya Orta Doğu’dan gelenler değil, “kimsenin kontrol sahibi olmadığı Libya üzerinden” Eritre, Somali ve Nijer’den gelenler de var. “İtalya veya Malta’nın bu dertle baş başa kalabileceğini düşünüyoruz.” Çünkü tüm iç mantığına karşın Avrupa Birliği, bu sorunun Avrupa Birliği’nin değil, girişteki ülkelerin sorunu olduğunu düşünüyor. “Avrupa’nın bu dramın ne doğasını ne de karmaşıklığını anladığını sanmıyorum.” diye köpürüyor Emma Bonino.
Bu toplu deniz göçünde sığınma talebinde bulunanlarla ekonomik nedenlerle göç edenler bir araya geliyor. Yol buradan insan tüccarlarının iyi bildiği başka bir yöne sapıyor. İspanya’nın, ölüm saçan dikenli tellerle örülü Ceuta (Septe) ve Melilla yerleşkelerinde akıl almaz sahnelere, zalimce derdest edilmiş insan yığınlarına, tanıklık ediyoruz.
Avrupa Birliği aciz olsa da Suriye dramına kör değil. 2013 sonu itibariyle Suriye’ye tahsis ettiği 2,8 milyar avroyla Avrupa Birliği önde gelen bağışçı… Avrupa’dan uzak durmaları şartıyla. Zira Suriyeli mültecilerin sadece yüzde ikisi kadarı Avrupa’ya kabul edilmiş. Bunların da büyük çoğunluğu İsveç (kapılarını sonuna kadar açan ve bugün itibariyle yaklaşık 15.000 kişiye sığınma imkanı sağlayan) ve daha önce 10.000 kişiyi kabul etmeye söz vermiş olan Almanya tarafından. François Hollande 2013’te UNHCR’nin gönderdiği 500 Suriyeli mülteciyi Fransa’ya kabul edeceğini vaat etmişti. Şu anda yüz civarında.
Belki İsveç hariç, mültecileri kabul etme konusunda örnek teşkil edecek hemen hemen hiç bir ülke yok [Avrupa’da]. Küreselleşme dünyayı yerinden oynattı ve fakat zaman iltica, siyaset, ekonomi, iklim gibi konular açısından ve bazen aynı anda hepsi açısından zor bir zaman. Hukuk devletinin beşiği olan Avrupa Birliği bu çapta bir devinimin sorumluluğunu birkaç üye devlete yıkmaya devam edebilir mi? Elbette hayır. Çünkü bu yük giderek ağırlaşıyor.
Kaynak: Le Monde
Dünya Bülteni için tercüme eden: Muhsin Korkut