Laikçi kesim, AK Parti üzerinden İslam dinine ve onun toplumsal görünürlüğüne karşı muhalefetini sürdürüyor. Bu muhalefetin, herhangi bir rasyonaliteye dayanmayan –yani ferasetten ve basiretten uzak- "kör bir muhalefet" olduğunu söylemek mümkün. Bunun niçin aptalca, hatta eblehçe bir muhalefet olduğunu sonuçlarına bakarak test etmek mümkün. Son aylarda olup biteni ana hatlarıyla hatırlamaya çalışalım:
İlk tartışma, Ayşe Arman'ın Şerif Mardin'le yaptığı konuşma ve söz konusu konuşmada "Türkiye'nin Malezya'ya benzemesi" ve "Mahalle baskısı"ndan söz edilmesiyle başladı. Uzun bir süre tamamiyle spekülatif bir tartışma devam ettirildi. Tabii ki bu spekülasyonlardan işe yarar bir şey çıkmadı. Arkasından Fazlı Say servis edildi. "İslamcıların davayı kazanmasıyla azınlık durumuna düştüklerini" belirten Fazlı Say, "Türkiye'yi terk etmeyi düşündüğü"nü söyledi. Sosyo-politik ve iktisadi alanda mevcut iktidara karşı inandırıcı bir muhalefet yürütemeyen laikçi çevreler, Say'ın yurt dışında verdiği demece dört elle sarıldılar. Şu fikri telkin ettiler: "Dünya çapında bir sanatçı Türkiye'yi terk etmeyi düşünüyorsa, çok vahim gelişmeler oluyor demektir. Bundan çıkarılması gereken sonuç şu olmalıdır: Bu gidişe bir dur demek gerekir. Kim 'dur' diyecek sorusunun cevabı belli. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde laikçiler halktan istedikleri desteği alamadıklarına göre, bu iş yine 'zinde güçler'e düşer."
Fazlı Say'ın söylediklerinin mürekkebi kurumadan bir başka laikçi sahneye çıktı. Yeni aktör Esin Afşar! Bu nadide beyaz Türk "Dini inanışların ve bunlara dayalı uygulamaların son dönemde "insanların gözüne sokulurcasına" sergilenmesinden rahatsızlık duyduğunu ifade etti: "Bağnaz uygulamalar son derece arttı. Kadınlara ayrı oteller, şimdi otoparkı duydum. Tam bir yobazlık. Küçücük çocukları türbanlara soktular. Bundan sonra her halde oruç tutmayanların başı derde girecek, restoranlar kapattırılacak. Dini insanın gözüne gözüne sokmanın âlemi yok."
Afşar, dini vecibelerini yerine getirmek üzere başlarını örtenlere hakaret etmekten çekinmiyor. Gerçi, "tesettürlü mayo"nun bir ucube olduğu doğru, bunu bizler de defalarca dile getirmiş bulunuyoruz. Ama eleştirmek başka, hakaret etmek başka. Afşar, hiçbir saygı veya adaba riayet etme lüzumunu hissetmeden ağır hakaretlerde bulunuyor: "Türban takanlar ve kara çarşaf giyenlerde büyük bir artış var. Tiyatroya gidiyorum, oradalar. Bir de onlar 'biz buradayız' demek için anlasa da anlamasa da her yere geliyorlar. Denize bir giriyorlar, astronot gibi. Umacılar gibi... Devletin zirvesindeki isimlerin eşlerinin de türbanlı olmasından rahatsızlık duyuyorum. Türkiye'ye Müslüman ülkelerin liderlerinin eşleri geldi. Hangisi böyle? Hepsi tamamen açık." Afşar'ın sahneye çıkışı, Fazlı Say'ın oluşturduğu gündemin bir parçası. Nitekim Say'a vurgu yapmayı ihmal etmiyor: "FazIı Say'a çok fazla yüklenildi. Çocuk çok doğru bir şey söyledi. Aynı fikirdeyim. Ben yalnızca çekip gitmeyi kabul etmiyorum. Gitmek en kolay yol ama Fazıl bunu sinirle söylemiş olmalı. Çünkü ülkesini seven bir çocuk, bütün Anadolu'yu özveriyle dolaşıyor." (Akşam, 6 Ocak 2008)
Fazlı Say, bu halkın şarkısını, türküsünü söyleyen bir sanatçı değil. Evrensel müzik yaptığı veya evrensel müzik icra ettiği sadece bir rivayet. Batı müziği Batılı insanın zevkidir, bir Batılı'nın kendi müziğinden zevk almasından daha tabii bir şey olamaz. Kişisel olarak, kendi müziğinden zevk alan bir Batılı'ya ben ancak saygı duyarım, ama ben kendi sanat müziğimden, kendi halk müziğimden zevk alırım. Kimse bir başkasının müziğini bana evrensel sanat diye empoze edemez. Bu ayrı bir tartışma konusu.
Burada asıl üzerinde durulması gereken nokta şu: Söz konusu laikçiler AK Parti'ye karşı muhalefet yapalım derken, halkın inanç kodlarına, dinine, geleneklerine ve yaşama tarzına karşı tavır alıyorlar. Bu kör bir muhalefettir, akıl dışıdır, çünkü 22 Temmuz seçimlerinde açıkça gözlendiği üzere sadece ve sadece AK Parti'ye yaramaktadır. AK Parti'yi güçlü kılan en önemli faktör, laikçilerin kör muhalefetidir.