Aynı otoriter mekanizma yerel yönetimlerde de geçerli. Türkiye'de halkın iradesinin hiçe sayıldığını, bir de valilik kurumundan anlayabilirsiniz. Valilik, yalnızca totaliter sistemlerin hâkim olduğu ülkelerde görülebilecek aşırı-yetkilere sahip Türkiye'de.
Türkiye'de yargı, yasama ve yürütmeye, halkın iradesi çeki düzen vermiyor; aksine yasama, yargı ve yürütme halka çeki düzen veriyor. Bu sistem, değiştirilmediği sürece, Türkiye'de ipleri ellerine geçiren bazı çeteler, bu topluma istedikleri şekilde çeki düzen vermeye, milletin ve ülkenin önünü tıkamaya devam edecekler.
Bu nedenle, önümüzdeki genel seçimler çok kritik: Türkiye, kendi kaderini, halkının iradesi ve talepleri doğrultusunda mı belirleyecek; yoksa statükonun değişmemesi için çırpınıp duran buyurganların isterleri doğrultusunda mı? İşte toplum buna karar verecek bu seçimlerde.
Ama her şeye rağmen yerel yönetimlerde dişe dokunur bir şeyler yapılabilirdi: 1991 yılından itibaren yerel yönetimlerde statükonun değil, halkın hakîkî temsilcileri iktidar olmasına rağmen yerel yönetimlerde asıl yapılması gerekenlerin yapılamadığı gözleniyor.
Valilerin yetkileri çok fazla; bunu biliyoruz. Ama yerel yönetimlerin de imkânları çok fazla. Bunu da biliyoruz fakat bu imkânları ne kadar hakkıyla ve doğru şekillerde kullanıyoruz, işte burası tartışılır.
Batıda yerel yönetimler, çok güçlüdür. Güçlüdür; çünkü orada elitlerle toplum arasında ülkenin kimliğine ve yönüne ilişkin bir sorun, bir anlaşmazlık, bir çatışma yoktur. O yüzden batıda devlet, millet için vardır. Oysa bizde millet, devlet için vardır.
Bunun Osmanlı geleneğiyle, bizim güçlü bir devlet geleneğine sahip olmamızla ilişkili olduğunu söylemek son derece saçmadır. Osmanlı'da devlet, kendisini halka, halkın değerlerine, kültürüne ve anlam haritalarına karşı konumlandırmamıştı: Devletin de, milletin de varlık nedeni, ilayı kelimetullahtı (=Allah'ın adının, dininin, sözünün yayılması, hâkim kılınması gayretiydi). Şimdi tam tersi sözkonusu: Devlet, milletle birlikte, ilayı kelimetullah için mücadele etmiyor; bu milletin bir daha ilayı kelimetullah için mücadele etmeMesini sağlamak için mücadele ediyor! Tersi dönmüş ahmaklık böyle bir şey olsa gerek!
Hafta sonunda TYB'nin (Türkiye Yazarlar Birliği) Konya Şubesi'nin davetlisi olarak Konya'daydım. Konya'da önce "Öncü Varoluş Kuşağı" başlıklı bir konferans verdim. Ardından da, "Diriliş Okumaları"nın ilkini yaptık İbrahim Demirci Bey'le.
Konya TYB Başkanı Ahmet Köseoğlu ile yardımcısı ve Yeni Şafak'ın Konya temsilcisi Lokman Koyuncuoğlu, Konya'da yerel yönetimlerin hayal bile edemeyeceği çapta, kalitede ve yoğunlukta işlere imza atıyorlar yıllardır.
Ahmet Köseoğlu, 1991'den itibaren yerel yönetimlerde Konya'nın kültürel ve entellektüel hayatına canlılık getiren, Konya'ya sınıf atlatan, ufuklu ve derinlikli projelere imza attı. Yıllardır da TYB'nin Konya Şubesi başkanı olarak, Türkiye'nin en yetkin entellektüellerini, fikir ve ilim adamlarını Konya'nın seçkin insanlarıyla buluşturuyor. Kabına sığmazlığı, çalışkanlığı, ilgilerinin yoğunluğu ile Ahmet Köseoğlu, Konya'ya bir kaç gömlek fazla biri. Ama Konya'nın yerel yönetimleri, Ahmet Köseoğlu gibi dinamik, çalışkan ve yetenekli birini değerlendiremiyorlar; hatta "görmüyorlar" bile.
Yerel yönetimler, arabesk kültüre teslim olmuş durumda. Kültür üretemiyor yerel yönetimler; hatta kültürden şeytandan kaçar gibi kaçıyorlar! Taşlarla, binalarla, araziyle meşguller yalnızca! Yazık, çok yazık!
Yarın, Allah, bize "çocuklarınız için, ülkenizin geleceği için ne yaptınız?" diye bunun hesabını sorduğunda ne cevap vereceğiz, bilmiyorum doğrusu! Oysa Türkiye'nin toparlanabilmesi, ayağa kalkabilmesi ve yeniden tarihî bir rol oynayabilmesi, ufuk ve çığır açacak bir öncü varoluş kuşağı yetiştirebilmesiyle mümkün. Dirilişimizin, ayağa kalkışımızın başka yolu yok çünkü. Çocuklarımıza bile sahip çıkamadığımızı, onlara güçlü bir kişilik, özgüven kazandıracak asil bir kültür ve kimlik bilinci armağan edemediğimizi göremeyecek kadar gözlerimizi yitirdik de haberimiz mi yoksa?
Kaynak: Yeni Şafak