Konuştuğumuz 'Kürt meselesi' mi?

Kürt meselesine bir de buradan bakmayı deneyelim...

Hükümet her aşamada siyasi risk alarak bir adım attı. Atılan adımların eksikleri, hataları, yaklaşımı, dili eleştirilebilir. Muhtemel yol kazalarının açacağı hasarları, hatta başarısız olma durumunda ortaya çıkacak kaos ve şiddetin bedelini de göz önüne alarak eleştirme hakkı herkes için saklı. Zaten bu yönde muhalif olmaktan çok, çözümsüzlüğü adeta liberal ve ulusalcı kisve içinde savunanlar bol miktarda yayın yapıyor. 'Ama' ile başlayan ve her olumlu girişimi adeta sıfırla çarpan bir akıl yürütmenin ahlaken sorunlu olduğunu düşünüyorum.

Oysa hükümet ve özellikle Başbakan Türkiye'nin önündeki en büyük sıkıntılı, sancılı sorun karşısında siyasi bir risk alarak bir adım attı. Bu riskin göze alınması, kendi başına siyasal cesaret göstergesidir. Çözüm yönünde atılan adımı yarı yolda kalmadan, en azından yeniden kan akmasına meydan vermeyecek şekilde fikir üretmek, yapıcı eleştiri geliştirmek bu topraklara, bu ülkenin insanlarına karşı aydın sorumluluğudur.

Çözüm süreciyle atılan adımın muhtevasına, yarınlara dair neler vaad ettiğine dair yapılacak her katkının anlamlı olduğu göz önünde tutularak tarafların bunları ciddiye alıp takip etmeleri de başka bir sorumluluk gereğidir. Bu anlamda eleştiri ve önerileri ayrı tutmak kaydıyla, medyada ve siyasette sürece ilişkin yapılan adeta yıkıcı, tahrip ve tahrik edici eleştirilerin, düşünsel temelden çok siyasal hedefleri de içeren eğilimin ağır bastığını, siyaset psikolojisinin ideolojik tercihleri de belirlediğini düşündüren ipuçları hayli fazla.

Kürt meselesinde her atılan adıma karşı çıkan siyasiler gibi aydın ve gazetecilerin tavrı da Türkiye'de yaşanmakta olan elit değişiminden bağımsız değil. Söz gelimi Türkiye'yi batılılaştırmak, çağdaş medeniyete ram etmek için yola çıkanların ahfadının AB sürecine karşı çıkmaları ile benim karşı çıkıyor olmam arasında muhteva açısından fark var. Çağdaş uygarlık düzeyine çıkmanın pusulası olarak hep Batı'yı gösterenlerin itirazı; büyük ölçüde bu değişim ve dönüşümün kendini memleketin sahibi sayanlar eliyle gerçekleşmemiş olmasıdır. Siyasal rekabet; idealize ettiği, varlığını meşrulaştırdığı, varlık sebebi saydığı bir projeye bile karşı çıkmayı gerektiriyorsa burada ciddi bir samimiyet sorunu var demektir.

Kürt meselesinin tüm gündemi doldurduğu bir ortamda, bölgesel sorunlardan Türkiye'nin geleceğine dair her konuda Kürt başlığı açılmasına rağmen, özellikle beyaz Türk ve beyaz Kürt entelijansiyanın temel yaklaşımı, başlatılan bir girişimi her ne vesile olursa olsun eleştirmekten ileriye gitmiyor. Sadece eleştirmiyor, bir niyet okuması yaparak muhtemel, görünmez bir ajanda ima ederek adeta baştan mahkum ediyorlar.

Değil mi ki toplum mühendisliğine alışmış bu beylerin ve hanımların öncülük etmediği bir süreç var; bunun mutlaka eleştirilmesi, hatta gerekirse baltalanması gerekir. Somut hiçbir adım atılmadan, hiçbir empati kurma zahmetine katlanmadan mutlaklaştırılan iktidar ve siyasi ekibin kötücülüğü üzerine çözümlemelerden geçilmiyor.

Sorun Türkiye'nin, belki de Ortadoğu'nun geleceğini etkileyecek bir siyasal çözümü kimin şekillendireceğine kilitlenmiş; aydınlarımızın, siyasilerimizin asıl kavgası bu.

Klan çıkarları milletin, memleketin, bölgenin geleceğinden, muhtemel dökülecek kanlardan daha öne çıkıyorsa burada ciddi bir sorun var demektir. Bu yaklaşım siyasileri de körleştirir. Kendi yanlışlarını görme ihtiyacını ortadan kaldırır. Sonuçta hem siyaseten itiraz edenleri bitirir, hem de sürecin siyasi riskini alanların ufkunu karartır.

Sorumluluk duygusu, ahlaki ilkelere bağlılık klan çıkarlarının üstünde tutulmuyorsa orada entelektüel dürüstlükten bahsedilemez. <<<DEVAMI>>>