Komutanını bile fişleyebilme pervasızlığı


 
 
Daha önce Ergenekon iddianamesi ile ilgili yazdığım bir yazıda savcının ülkeye yaptığı katkıdan bahisle bu metnin çok önemli bir deşifre operasyonu içerdiğini ve esasında ulus devletin neleri içerme hevesinde olabileceğini gözler önüne serdiğini vurgulamıştım.  
 
 Savcı hakkında yapılan şikâyetler ve savcıya soruşturma talebinin geri çevrilmesinin birçok kişide bir güven ve rahatlama duygusuna neden olduğu açıktır. Unutulmamalıdır ki bu davaya yönelik her türlü bastırma ve sulandırma operasyonunun arkasında tamamen bu deşifrenin durdurulması ve "eski tas eski hamam" ideolojik kurgulamalarla toplumun daima kontrol altında tutulması hevesinin hiç bitmeyen bir istek olmasındandır. Oysa Savcı Öz, geçmişin karanlık noktalarını aydınlatıp geleceğe umutla bakmamızı sağlayacak bir yol haritası gibi bir belge sundu bize. Bu belge dikkatli bir biçimde anlaşılıp gereği yapılabilirse bizim diğer medeni ülkeler gibi şeffaf ve demokratik bir yönetime kavuşacağımızdan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Ne askerî vesayetin yol açtığı demokrasi krizleri ne de devlete sızan bazı şer odaklarının yol açtıkları çalkantılarla kolay kolay karşılaşırız belki. Bütün bunlardan daha da önemlisi belki de Türkiye'de bir türlü dengelenemeyen "makam liyakat" sorunu da önemli ölçüde hallolabilir.

Bu pervasızlık durdurulmasaydı kim bilir daha neler gelecekti memleketin başına. Askerî bir operasyona katılan bir birliğin içinde komutanını darbeci olarak görmeyen bir teğmenin verilen emre itaat edebileceği ve görevini kusursuz yapacağına inanabilir miyiz artık? En son gözaltılar bu işin ne kadar derin ve dikkat gerektirdiğini bir kez daha gösterdi. Emrinde çalıştığı komutanı hakkında rapor yazabilme pervasızlığının nerelere varacağını kestirmek zor değil. Anlaşılan genç subaylar sadece rahatsız değillermiş, aynı zamanda entrika peşindeymişler de. Dolayısıyla da bu davanın sürdürülmesine ve sekteye uğratılmamasına ne kadar sevinsek azdır, ama bu sevinçlerimizi boğmak isteyenlerin sayın savcıdan daha çok çalışacaklarından hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Cezaevi ziyaretlerinden tutun hastalık bahanesi ile gerçekleşen tahliye kararına kadar birçok olay ve olguyu bu çerçevede değerlendirebilirsiniz. Ama her ne olursa olsun artık bu mızrak bu çuvala sığmayacaktır. Yakında mahkeme başlayacaktır. Mahkemenin verebileceği her türlü karar bizim beklentilerimizi ve umutlarımızı yıkamayacaktır. Çünkü hepimizin elinde somut deliller var. Birçoğumuzun adının geçtiği bir belge var elimizde. Kim bize bu yapılanmayı farklı gösterebilir? Ve kim bunu unutturabilecektir? İlk başta bunu küçümseyenler şimdilerde ise bunu unutturmak ve gündemden çıkarmak istemektedirler.

Çetelerle mücadele etmenin ilk şartı çetelerle organik bir bağ içine girmemiş olmaktır. Bu tarz çetelerle organik bir bağı olma ihtimali en zayıf olan AK Parti bu işin peşini bırakmayarak hem kendi siyasi geleceğini garanti altına alacak hem de ülkenin. Bir siyasi parti daha ne isteyebilir ki? Gerçi Türkiye'de politikanın ana damarı her ne olursa olsun her koşul altında devleti koruma refleksi üzerinde varlık bulmaktadır. Hem sosyal demokratlar, hem milliyetçiler hem de muhafazakârlar böyledirler. Ama işin daha da ilginç olanı, bu refleksin sosyal demokratlarda daha güçlü olmasıdır. Dolayısıyla bu refleks Öz'ü de yutabilir. Endişeliyiz ve kaygılıyız açıkçası.

Çünkü, birçok olayın karanlık olmadığı ve gelecekte de karartma işlemine dair niyetlerin de şehvetli bir biçimde devam ettiği bilinmektedir. İddianameyi okuyan herkes görecek ki Sayın Öz, işi kuralına uygun olarak yapıp inanılmaz bir emek vermiş. Bu konudaki asıl kaygısı ise belli ki kimi zinde güçlerin onun bu iddianamesini sekteye uğratabilecekleridir ve bundan dolayı da bazılarının bir türlü anlayamadığı o gereksiz ayrıntıları da sıralamak durumunda kalmıştır. Bir metin olarak iddianame içeriğini bütünleyen karakter tahlilleri de içeren ve temelde devlete sızmış olan bir çetenin yazmak istediği tarihi deşifre eden bir söylemin metni olarak görülmelidir.

İddianamede adı geçen iki kesimden söz edilebilir, birincisi entrikacı çeteciler, diğerleri de bu çetecilerin hedef gösterdikleri ve fişledikleri insanlardır. Çeteciler birçok kişiyi fişleyerek ilgili ilgisiz makamlara iletmişler. Askerî bürokratlar askerleri, öğretim üyeleri öğretim üyelerini, sivil memurlar sivilleri fişlemişler. Fişlemenin ana eksenlerinden birisi darbeci olup olmamaktır. Ülkedeki hemen hemen herkesi, darbeciler ve vatan hainleri olmak üzere fişlemişler. Bu fişleme operasyonunu yapanların en görünür özelliği de kendi müktesebatları ile bir makama gelemeyecek olmalarıdır. Bu sayede itibar kazanıp makam ve paye alabilme peşinde olanlardır.

Çetecilerin fişleme ve raporlamada esas aldıkları bir diğer kriter ise kısaca etnik kökendir. Bu ayrımı yapanlara yönelik cari hukuktaki TCK'da "Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır" hükmü açıktır. Ama bu kanun daha çok bırakın etnik kökene dayalı ayrımcılığı, dil farklılığını gözeten belediye başkanlarının bile görevden alınmasına neden olabilmektedir. Acaba Ergenekoncular hakkında da aynı maddeden bir soruşturma başlatıldı mı? Kanuna aykırı bir biçimde kişilerle ilgili toplanan bilgilerin Doğu Perinçek'in kasasında bulunması devletin onurunu da zedelemiyor mu acaba?

Bu kulunuzun da Ergenekoncular tarafından fişlenmiş olduğunu ve bundan büyük bir gurur duyduğumu söylemeliyim. Endişelenmesi, sıkılması ve utanması gerekenler Ergenekon terör örgütü üyesi olup paye ve itibar kazanmaya çalışan akademisyen bozuntularıdır. En yakın mesai arkadaşını şeytani bir kıskançlıkla kıskanıp onun ulaştığı makamı hazmedemeyen böcek kılıklı yaratıkların hazırladıkları raporlar devlet katında en özel ve gizli belgeler olarak kabul görmekte. Bu mu halkı kurtaracak olan ideolojiniz? Bu mu toplumu uçurumdan kurtaracak olan projeleriniz? Adımın birlikte anıldığı kişiler Türkiye'deki sosyoloji camiasının en temiz insanlarıdır. Bunların akademik sıkletlerini tahlil etmek bana düşmez, ama bugüne kadar kişilik olarak hiçbirisinin "yüz kızartıcı" bir olaya adı karışmamıştır. Allah muhafaza, adım Arnavut Sami, Milli Irgat Kuddusi Okkır, Sedat Peker, İlhan Selçuk, Doğu Perinçek, Kemal Kerinçsiz, Sevgi Erenerol, Kemal Alemdaroğlu, Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Hurşit Tolon ve Şener Eruygur ile anılmış olsaydı bugüne kadar elde etmiş olduğum tüm akademik başarılarım gölgelenmiş olmayacak mıydı ve haysiyetim beş paralık olmayacak mıydı?

Selçuk Üniversitesi, Dicle Üniversitesi, Fırat Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri ile ilgili hazırlanan istihbarat raporlarının Sevgi Erenerol'un özel kasasında ve Doğu Perinçek'in odasında bulunmuş olmasını tüm akademi dünyası adına onur kırıcı buluyorum, ama asıl utanması gerekenler, bunlara bazı bilgileri servis etmek suretiyle kendilerine alan oluşturmak isteyenlerdir. Yakın mesai arkadaşları ile ilgili rapor yazanlar, akademik raporlar yazma özürlü ama akademisyen olanlardır. Eldeki malzemeye bakarak da derin devletin sıfırı tükettiğini fark edip umutlanmaya devam edelim. Ama bugün bu işin sonunu getiremeyenler kendi sonlarının da bununla birlikte hazırlanabileceğini bilmelidirler.
 

 

Kaynak: Zaman