Araplar, köle sahibine “mevla“ dedikleri gibi, köleye de “mevla“ derlerdi. İlkine yüksek mevla (Mevla el A’la), diğerine düşük mevla (Mevla el Esfel) denirdi. Genel kanaate göre, köle ölüp de geriye bir değer bırakırsa, bu efendisine ait olurdu. Şu var ki, El Hasan bin Ziyad’tan nakilde bulunan Tahavi, farklı bir açıklama yapar ve kölenin de asabeden yakınları olmaması durumunda efendisinin servetine mirasçı olabileceğini söyler. Dayanak olarak şu hadisi gösterir: “Adamın birisi kölesini azad ettikten sonra vefat etti, kimseyi de geride bırakmadı. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi (s.a.), onun mirasını köleye verdi. Buna göre mirasta efendi ile köle arasında eşitlik olmaktadır: “Bir topluluğun mevlası (azadlısı) onlardandır“ (Buhari, Feraiz, 24; Ebu Davud, Zekat, 29). Cumhur ulema bu görüşe muhalefet etmişlerdir.
Belirtmek gerekir ki, köle hakları ilk defa İslam hukukyla düzenlenmiş değildir. Peygambelerin tebliğ yapıp karşılığı hukukta bulunan bütün devirlerde kölelerin istihdamının belli bir hukuk dairesi içinde olması öngörülmüştür. Bu açıdan bakıldığında kadim Babil ve Roma hukukunda da kölelerin durumunu iyileştirmeye matuf hüküm ve uygulmalara rastlamak mümkündür. Tevrat’ta köle haklarıyla ilgili dikkate değer iyileştirici hükümler yer almaktadır: “Ve herkes kölesini ve herkes cariyesini serbest bıraksın ve onlardan birini artık kimse köle etmesin diye ahde giren bütün reisler ve bütün kavim dinlediler, dinleyip onları salıverdiler. Fakat sonradan döndüler“ (Çıkış, 2:12).
Tevratta alan bu hüküm hakikaten dikkat çekicidir. İlahi emir köle ve cariyelerin salıverilmesini istemekte, bu emre bir zaman uyulmakta, fakat sonra sarfı nazar edilmektedir. Bunun bir ölçüde İslam tarihinde de görüldüğünü söylemek mümkün. Mehmet Paçacı, modernist yorum ve tefsirlerin Kur’an’ın algılanmasında nasıl belirleyici ve elbette gelenek dışı bozucu etkilerini anlatma sadedinde “çokeşli evliliği ve köleliği“ örnek olarak verir. Modernist yorum, “eşitlik“ ilkesinden hareketle İslamiyet’in köleliğe geçici bir süre imkan tanıdığını öne sürer ve asıl hedefinin tamamen ortadan kaldırılmasını öngörür şeklinde bir hükme varır (Bkz. Çağdaş Dönemde Kur’an ve Tefsire Ne Oldu?, İstanbul-2008, s. 85 vd.).
Paçacı, haklı olarak bu tefsirin öncülden dolayı hatalı olduğunu söyler, haklıdır. Ancak öncül eleştiriye temel teşkil etse de, İslamiyet’in köleliği asli değil arızı gördüğü ve uzun vadede kurumun yürürlükten tamamen kaldırılmasını hedeflediğini pekala söyleyebiliriz. Bana göre bunun belli başlı sebebi mukabele-i bilmisle dayalı uygulamaların karşılıklı olarak ortadan kalkması yönünde varılan ortak anlayıştır. Buna göre eğer artık devletler arası anlaşmalara göre, savaş esirleri köle ve cariye statüsünde ele alınmayayıp sadece esir muamelesi göreceklerse ve belli şartlar dahilinde salıverilecekse, Müslümanlar bunu memnuyetle karşılayacaklarını düşünmemezi için geçerli bir sebep yok. Çünkü her ne olursa olsun, bir mü’min erkek veya kadının köle veya cariye statüsüne düşmesi onun “iman izzeti“yle bağdaşmamaktadır. Bana göre, köle ve cariyelikle ilgili hükümlerin ana illeti budur, illet ortadan kalkmış ise, modernist ideal ve fikirlerin ağır baskısı var diye, eski hükümlerde ısrar etmek, hükmün maksadına ve ilahi mesajın muradına aykırı hareket etmek olur.
Dikkate almamız gereken bir başka şudur: Dini görevlerin yerine getirilmesi özgür insan ve köle konumu bakımından farklılıklar gösterir. Eğer Müslüman köle olursa, hür Müslümana göre bazı yükümlülükleri yoktur. Mesela köle, Cuma namazı kılmak ve Hac ibadetini yerine getirmek zorunda değildir.
Bundan hareketle, İslam’da hürriyetin tanımsal çerçevesi konusunda iki önemli iki sonuç çıkarıyoruz:
a) Özgür/hür olan Müslüman dini hayatını yaşarken hiçbir engelle karşılaşmayan kişidir. Hayatımızda engeller varsa özgür değiliz. İslamiyet dini hayatı imkansız kılan veya zorlaştırıp kısıtlayan engeller varsa, bunu ortadan kaldırmak için Müslümanları mücadele etmeye, şartlarına göre gayret göstermeye çağırır.
b) Kişinin dini tebliğini yapmak isterken önünde engellerin olmaması. İslam hukuku açısından hürriyeti kısıtlayan iki madde budur. Müslüman, dini hayatını yaşamak ve dinini tebliğ etmek isterken birtakım engellerle karşılaşıyorsa, bu engeller hürriyete engeldir.
Müslümanların idealde kurulması için gayret gösterecekleri siyasi yapı bu iki özgürlüğü garanti altına alması istenir. Tabii ki din, can, mal, akıl ve nesil emniyeti ayrıca korunması gereken ana çerçeveyi teşkil eder. Denebilir ki, bir Müslüman belki birçok şeyden vazgeçebilir fakat bu temel özgürlüklerden vazgeçemez. Söz konusu özgürlükler ve tamamlayıcı unsurları tam anlamıyla tahakkuk edinceye kadar mücadele etmek zorundadır. “Dini hayatı” burada çok geniş anlamıyla ele almak gerektiği izahtan varestedir. Mesela adaletin tesis edilmesi vb. konular da bu kapsam içindedir.