Kolay olacağını kimse söylememişti

Kolay olacağını kimse söylememişti zaten. Koca bir cihan imparatorluğunun çatırdadığı, yüzyıllarca kavga dövüş de olsa yan yana yaşayan halkların arasına nifak tohumları ekildiği 20. yüzyılın ulus devletleşme sürecinde yaşananlarla hesap-laşıp, yeni bir gelecek kurmaya çalışmaları kolay olabilir mi ki?

Mesele bir yerden işe başlamaktı ve Türkiye ile Ermenistan, olanca sancılı yanlarına rağmen cumartesi akşamı 'yola koyuldu'. Son dakika krizleriyle de olsa ilişkileri normalleştirecek mekanizmaları yaratacak iki protokol, cumartesi akşamı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbandyan tarafından imzalandı.

İsviçre'de ABD, Rusya, Fransa'nın dışişleri bakanları ile AB temsilcisinin katıldığı tören öyle şen şakrak geçmedi. Tarafların karşılıklı hassasiyetlere dokunacak beyanatlar yapmamakta uzlaşmaya varabilmesi, töreni üç saat geciktirdi. İmzalar asık suratlarla atıldı. Fonda alkışlar eşliğindeki uzun el sıkışma görüntüyü kurtarsa da girişimin ruhu ister istemez gölgelendi.

Evet, kolay olacağını kimse söylememişti. Bundan sonrası da kolay olmayacak. Evet ilk bakışta pragmatik bir açılım bu. Acılarla yüklü ortak tarihe verilebilecek bir hazır cevap içermiyor.

Lakin öyle sıradan bir diplomatik ilişki kurma yahut sınır açma anlaşması diyerek geçilmesi de haksızlık olur. Ayrıntılar Obama'nın filan başkan olmasından, Cumhurbaşkanı Gül'ün geçen yıl eylülde Erivan'a gitmesinden de önce titizlikle tasarlanmaya başlanan iki diplomatik metinde gizli. Ermenistan'ın 'soykırım' tezini kurulacak alt komiteyle tartışmaya açtığı, 1921 Kars Anlaşması'yla çizilen Türkiye sınırını kabullenip toprak iddialarından vazgeçtiği bir metin bu.

Ermeni cephesinde yenilip yutulması kolay değil. Türkiye'nin ise, satır arasında bölgesel uyuşmazlıklara uluslararası hukuka uygun olarak barışçı çözüm talebi içerse dahi, Azeriler adına Dağlık Karabağ'daki işgalin bitmesi şartını koyamadığı. Eee, tek taraflı dayatma ancak savaşla olabiliyor!

Nihayetindeyse Dağlık Karabağ meselesi şifaen son derece zorlu geçeceği aşikar bir sürece yayılmışken, Bakü'yle süreç sonunda kazanacaklarına vurgu yapılacak ve sabırla örülecek hassas bir koordinasyon gerektirecek.

Cumartesi sabahı imza törenine gitmezden hemen önce İstanbul'da Dışişleri Bakanı Davutoğlu'dan öğrendik. Bir yüzyıl kadar öncenin 'Revan'ı Erivan'da Azeri nüfus çoğunluktayken, Gürcistan'ın başkenti Tiflis'in ahalisinin çoğunluğu Ermeniymiş. Davutoğlu'nun dediği gibi, "20. yüzyıl sadece Anadolu'yu değil, bölgedeki bütün toplumları birbirine kattı." Katmadı mı?

Ortadoğu'da, Balkanlar'da farklı mı oldu? Geçmişin hayaletleri ha deyince, gider mi? Gitmez. Öyleyse topyekûn vaz mı geçilmeli? Biteviye ihtilaflar üzerinden yürütülen çıkar hesaplarıyla varılabilecek bir barış ve hesaplaşma var mı ki?

Komşularla barış ve karşılıklı çıkarlara dayalı ilişkiler geliştirmeyi hedefleyen bir dış politika vizyonunu hayata geçirmek hiç kolay değil. Ha deyince, olmayacaklar var.

'Yol kazaları' kaçınılmaz. Lakin diğer yandan Ermenistan'la siyaseten dengeli siyasi diyalog, geliştirilecek kültürel işbirliği ve karşılıklı ekonomik bağımlılık pek çok derde deva olabilir. Zira Davutoğlu'nun sözleriyle "Ekonomik duvarlar barışı engeller.

Güvenlik daha fazla askeri üsle tesis edilemez. Kafkasya'nın pek çok yerinde ateşkes var, lakin barış yok. Bu statükonun yeni savaş doğurma potansiyeli büyükken, mesele ateşkesleri barışa dönüştürmekte. Dondurulmuş krizleri savaş yoluyla değiştirmek acılar getiriyor. Bu donmuş krizleri adım adım uğraşıp değiştirmek istiyoruz. Gerekiyorsa aynı hamleyi 100 kere yaparız."

Türkiye şimdi Ermenistan'la bunu deniyor. Ve bu konuda deneyimsiz de değil. 20. yüzyılın büyük kısmını husumetle geçirdiğimiz, Hatay'ı haritalarında gösterdi diye kızdığımız, 10 yıl önce sınıra tanklar yığıp savaşa hazırlandığımız Suriye'yi alın. Bugün Suriye ile vize muafiyeti anlaşmasına imza atılacak. Her bayram birbirini dikenli tellerin ötesinden kutlayan akrabaları buluşturacak şekilde sınırlar açılıyor. Suriye sınırı açılabiliyorsa, Ermenistan sınırı niye açılamasın?

Peki ya Yunanistan? Geçen hafta Yorgos Papandreu bu kez başbakan olarak ilk yurtdışı ziyaretini Kıbrıslı Rumlardan bile önce İstanbul'a yapıp, Başbakan Tayyip Erdoğan'la oturup konuşuyorsa, sebebi 10 yıl önce merhum İsmail Cem ile temeli atılan diyalog süreci değil mi? Evet beş yılı aşan Karamanlis iktidarında Türk-Yunan ilişkileri durağanlaştı, Kıbrıs ve Ege sorunları yerli yerinde. Lakin diyalog kapısı kapanmamışken, yitirilen ne?

Kimileri 'diplomasi çıkarlar meselesidir' deyip kestirip atıyor. O vakit Bush'un ABD'nin çıkarları gerektirdi diye dünyayı darmadağın etmesine hak mı vereceğiz? Diplomasi dediğimiz salt çıkarlar meselesi değildir; kerameti, uzlaşmaz görünen  çıkarları uzlaştırma maharetinde yatar. Ve bu da ancak bir süreç işi olarak anlaşılabilir. Öyleyse barışçı bir dünyada ve bölgede yaşamayı arzuluyorsak mesele vizyonda ve elini taşın altına koymakta düğümleniyor.

Kaynak: Radikal