İstatistikler bazen yanıltıcı olabiliyor. Geçenlerde yayınlanan bir istatistik, Türkiye'de kadına yönelik şiddetin arttığını gösteriyordu ki, bana biraz yanıltıcı geldi.
Son zamanlarda kibarca "aile iç şiddet" demeyi tercih ettiğimiz koca dayağı konusunda istatistiklere yansıyan bu artışın en akla yakın açıklaması dayağın değil, dayaktan şikayetin artması olabilir. İstatistikler evlerin içinde olup biteni tespit edemeyeceğine; olsa olsa dayak nedeniyle yapılan şikayetleri izleyebileceğine göre, son istatistikteki artışı "şikayet artışı" olarak okuyabiliriz. Bu da sevindirici bir gelişmedir, zira artık daha çok sayıda kadının dayağı kader olarak görmediği; dayak yediğinde şikayet edecek kadar bilinçlendiği sonucu çıkar ortaya.
İkinci bir açıklama ise şu olabilir: Erkekler daha çok dayak atıyordur, çünkü kadınlar daha az boyun eğiyor, daha çok itiraz ediyordur. Ki bu da gittikçe kötüleşen bir duruma değil, kadın bilinçlenmesi açısından olumlu bir gelişmeye işaret eder.
İster bu faktörlerden biri, ister ikisi birden etkili olsun; sonuç değişmez. Ben istatistiklere yansıyan şiddet artışını, kadınların durumunun kötüye gitmesi olarak görmüyorum. Tam tersine, kadının bilincinde yaşanan değişimin işareti olarak algılıyorum.
Köle isyan etmedikçe efendi onu kırbaçlama gereği duymaz. Ama söyler misiniz bana; efendinin kırbacının her an sırtına inebileceği bilinciyle sürekli boyun eğen ve böylece kırbaçtan kurtulan kadın mı daha iyi durumdadır, yoksa zaman zaman kırbaçlanmayı göze alarak baş kaldıran kadın mı?
Tabii bir de üçüncü yol var: Firar etmek! Özgürlüğü seçmek! Kırbaçlı efendiyi ilelebet terk etmek...
Kadının dayaktan daha fazla şikayetçi olması, ya da daha fazla itiraz etmesi, geçmişe göre önemli bir ilerleme. Ama asıl ilerleme, kadın terk etme cesaretini kazandığı zaman gerçekleşecek.
Dikkat ederseniz, koca dayağı söz konusu olduğunda, en şiddet karşıtı kişi ve kurumlar bile, evliliği koruma hedefini baş hedef haline getiriyor; bütün çabalarını, sorunu evliliği koruyarak çözme noktasında yoğunlaşıyor; akıllarınca dayakçı kocayı bilinçlendirmeye çalışıyorlar. Oysa, yaygın inanışın tersine erkekler bilinçsizlikten dövmüyor. Ne öfkelerini kontrol edememek yüzünden öyle hayvanlaşıyorlar, ne de alkol yüzünden... Eğer öyle olsaydı, aynı saldırganlığı işyerinde patronlarına, sokaktaki polise de yöneltmeleri gerekirdi. Nasıl oluyorsa, ev dışında her yerde kuzu gibi olan adamlar, evde aslan kesiliyor.
Hayır, bu bir göz dönme hali değil. Bu bir hesaplılık hali. Erkek, ev dışı hayattaki bütün horlanmalarının, ezilmelerinin, yetersizliklerinden doğan bütün komplekslerinin, kendine güvensizliklerinin acısını evde kadından çıkartıyor; dışarıda kuramadığı iktidarı evde kurmanın doyumunu yaşıyor. Çünkü bunun için bir bedel ödemeyeceğini, kadının her zamanki gibi affedeceğini biliyor. Öyleyse neden dövmesin?
İşte o yüzden diyorum ki, koca dayağının kesin çözümü kocanın tehdit altında olması; dayak atarsa kadını ebediyen kaybedeceğini bilmesidir.
Peki ya terk eden kadının hali ne olacak, diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bir kere, abartılmış korkulara gerek yok. Hiç kimse açlıktan ölmüyor bu ülkede. Ve yaşanacak hiçbir zorluk, çekilecek hiçbir yoksulluk dayak korkusu içinde yaşanan bir evlilik kadar kötü değil.
Dayağa isyan eden ve kapıyı çekip çıkan her kadın, sadece kendini kurtarmakla kalmaz, başka kadınları da bir ihtimal kurtarabilir. O terk ediş, dayakçı nice kocanın yüreğine bir korku düşürebilir: Ya benimki de terk ederse?
Kaynak: Bugün