Kobani olayları üzerine

Son günlerde, Kobani ( Ayn-el Arap)'de PYD ve IŞİD arasında devam eden çatışmalar bahane edilerek Türkiye'de ortaya çıkan kalkışmanın bilançosu çok can sıkıcı bir resim ortaya çıkarmış bulunuyor

35 ilde olaylar meydana geldi,
32 kişi hayatını kaybetti,
2 polis şehit oldu,
221 vatandaşla 139 polis yaralandı

Hadiselerin şiddeti azalmakla birlikte yaralıların üzücü ölüm haberleri bu sayıyı maalesef arttırmaya devam ediyor

Olaylarda resmi kaynaklardan yapılan açıklamalarda;
212 okul binası,
67 emniyet binası,
25 kaymakamlık binası,
29 parti binası, çocuk yuvaları, Kızılay kan merkezleri, belediye binalarının aralarında olduğu 780 bina,
Genel toplam olarak da 1113 bina yakıldı veya tahrip edildi.
Şiddet eylemlerinde özel araçlar, belediye araçları, ambulanslar ve polis araçları yakıldı ve toplamda
1177 araç kullanılamaz hale geldi

Ülkemizi ve insanımızı derinden yaralayan bu hadiseler sonrasında not ettiğimiz tesbitleri ve dikkate alınması gerektiğinin düşündüğümüz hususları şu şekilde sıralayabiliriz

Öncelikle, bu olayların başlamasını teşvik edenler, örgütleyenler, bu hainlikleri yapanlar kesinlikle tesbit edilmeli, yakalanmalı, adalet önünde hesap vermelidir.
Adeta tek elden verilen bir talimatla 35 ilde organize olarak ortaya çıkan bir kalkışmanın arka planı genişçe tahlil edilmelidir.

Olaylar ülkemiz sınırları içinde cereyan etmekle birlikte, ortasında yer aldığımız ve bizimle dini, coğrafi, tarihi ve kültürel bağları bulunan geniş bir çevrede cereyan eden tüm çatışmalar ve bunlarla birinci elden ilgili bulunan dış güçlerin hadiselerde almaya çalıştıkları roller de dikkatli ve ve titizlikle masaya yatırılmalıdır.

Ayrıca bu saldırılarda hedeflendiği farkedilen, çatışmayı olabildiğince yaygın bir zemine çekebilme gayreti dikkatlice not edilmelidir. Doğu ve güneydoğuda İslami hassasiyeti yüksek olan Hüda Par çevresi ve bazı guruplar, MHP binaları, Ak Parti binaları ve üst düzey Emniyet görevlilerinin bu saldırılarda nokta hedefler olarak tesbit edilip haince saldırılara uğraması, rastgele olaylar olarak değerlendirilmemeli, herbirinin arka planıyla birlikte üzerinde durulmalıdır.

Basında izlediğimiz yakıp yıkma olaylarında kullanılan molotof kokteyli, silah ve muhimmatın kaynakları ve depoları muhakkak ortadan kaldırılmalıdır.

Olaylar sırasında normal vatandaşın tedirgin edilmesine yol açacak haberler ve sosyal medya mesajları yayanlar tesbit edilip engellenmeli ve adalet önüne çıkarılmalıdır.

Çözüm sürecininin sürdürülmesi ayrı, göz göre göre hıyanet yapılması ayrı tutulmalıdır.
Öldürülen ve yaralanan insanlarımızın, yakılan yıkılan binaların kamu ve özel araçların hesabı muhakkak sorulmalidir.

Bunlar olmazsa insanlarımizdaki genel adalet inancı zedelenir, yapan ve yıkanın yaptığı kötülük yanına kalıyor düşüncesi maalesef toplumda kökleşir.

Olaylar sırasında sorumsuz demeçler veren, kitleleri yanlış hedeflere yönlendiren, bazı fiilleri ile onlara kötü örnek olan siyası aktörler toplumun sağ duyulu kesimleri tarafından etkili bir eleştiriye tabi tutulmalıdır.

İzlendiği kadarıyla olaylarda etkin rol oynayan özellikle 15-25 yaş arasındaki nesilde bu kadar ölçüsüz şiddet, kamu malı düşmanlığı, haksız yere başkasının malına ziyan verebilme rahatlığının kaynağına inilmeli, bunun eğitim, kültür ve psikoloji yönleri detaylıca incelenmelidir.

Bu çocuklar ve gençlerin bu toplumda yetiştikleri gerçeğinden hareketle "biz nerelerde yanlış yapıyoruz" sorusu, sorumluluk sahibi olanlar ve tabii aileler tarafından bir iç muhasebe olarak sorulmalı ve sorgulanmalıdır.

Bu arada sevindirici olan bir noktayı da belirtmekte yarar görmekteyiz ki;

IŞİD'i bahane ederek ve onunla aralarında zoraki bir bağ kurulmaya çalışılan ülkemizdeki İslami duyarlılığı olan kesimlerin potansiyel suçlu ilan edilme ve adeta savunma durumuna itilme psikolojisine sürüklenme gayretleri, MHP'ye yönelik saldırılarla milliyetçi kesimlerin hassasiyetlerinin kaşınarak onların sokağa dökülmesinin sağlanması, Ak parti binalarına saldırı ve bu sayede bu kesimin gençlerinin hadiselerin içine çekilmesi gayesiyle yapılan provokatif eylemler, saldırıya uğrayan çevrelerin sağduyulu tavırları ile büyük ölçüde başarısızlığa uğramıştır.

Bu sayede hadiselerin daha da kontrolden çıkması önlenebilmiştir.

Adeta hazır kıta bekleyen kitlelerin sokağa dökülmesi konusunda işaret fişeği tarzında demeçler vererek önemli bir fonksiyon icra eden HDP yöneticilerinin, hadiselerin kontrolden çıkması tehlikesi belirdiğinde frene basarak geç de olsa yatıştırıcı demeçler vermesi de olayların önünün alınmasına katkıda bulunmuştur.

Sonuç olarak;

Ülkeyi yönetenler tüm bu zararlı, yıkıcı ve sorumsuz davranışları yapanlara karşı muhakkak ki kararlı ve caydırıcı bir tavır içinde olmalıdır. Lakin bu süreçte kullanılan dile çok dikkat edilmeli ve onların seviyesine düşülmemelidir.

Devlet adamları her hâlükârda adaletten ayrılmamalı, merhamet ve şefkat şemsiyesini her daim açık tutabilmelidir.

Bu üzücü olayların bir daha tekerrür etmemesi için öncelikle kötülük yapanların yaptıkları yanlarında kalmamalı ve hesabını vermelidirler. Vatandaşımızın endişe duymayacağı bir güvenlik ve adalet dengesi kalıcı olarak tesis edilmelidir.

Ülkeyi yönetenler olayların gerisini çok iyi ve doğru analiz ederek kendi eksikliklerini ve sorumluluklarını da tespit etmeli ve gereken tedbirleri süratle almalıdır.