‘Kitap’ Bunun Neresinde?

Bazı basın-yayın organlarında “Kitapsız Yeşilçam” tartışması ile ilgili haberler yayımlandı. Haberlerde, İBB tarafından düzenlenen “Kitapsız Yeşilçam: 7. Sanat Kitabını Arıyor'' başlıklı paneldeki ‘Kitapsız Yeşilçam’ ifadesine bir kınama yapıldığı söyleniyordu. Kınamayı yapan Film Yönetmenleri Derneği Başkanı Aydın Sayman, dönem dönem Türk sinemasını yaşayan ve yaşatan sanatçıların kimilerince ''Allahsız'', ''Kitapsız'' ve ''Dinsiz'' olarak görüldüğünü savunarak, ''Yeşilçam bir tarihtir. Tarihi tahrif etmeye göze alan bilgisiz fikir sahipleri, her alanda olduğu gibi küçümseyici ve aşağılayıcı tanımlarla Yeşilçam'a saldırmayı gelenek haline getirmişlerdir'' ifadesini kullanmış. Sayman, ''Bizler Yeşilçam sinemasının temsilcileri olarak, Türk Sineması'nı ve üyelerini bilgisizce ve peşin yargılı biçimde suçlayan, kör ve karanlık bakış açılarıyla lekelemeye çalışan her anlayışı şiddetle kınıyor, onların 'edepsizliğini' halkımızın sağduyusuna davet ediyoruz'' diye devam ettirmiş konuşmasını.

 

Konuyla ilgili görüş bildiren diğer bir isim de ünlü yönetmen Halit Refiğ. Usta yönetmen, ''Yeşilçam'a 'kitapsız' demek hem mecazi, hem de hakiki anlamlarıyla halt etmektir. Bu başlık kimin aklıysa halt etmiştir'' gibi hayli iddialı bir çıkış yapmış. Açıklamalara bakılırsa söz konusu dernek ve bazı isimler, Yeşilçam’ın ‘kitapsız’ sıfatı ile anılmasından bir hayli rahatsız olmuş.

 

Ne yalan söyleyeyim, onlar bu ifadenin kullanılmasına, ben de adı geçen isimlerin söz konusu yakıştırmaya kızmalarına şaşırdım. Eğer kitapsızlıktan kasıt, tıpkı panelin içeriğinde olduğu gibi, Yeşilçam sineması ile ilgili kitapların olup olmadığı tartışması ise zaten verilen tepkilerin bir anlamı da kalmıyor. Ancak, kitapsızlıktan kasıt Kur'an ve onun sembolize ettiği İslam inancı ile ilgili tartışmalarsa, iddia sahiplerine bu konuda itirazım var. Çünkü Yeşilçem’ın ‘Kitapla’ ilişkisi hiç de Aydın Sayman ve onun gibi düşünenlerin iddia ettikleri gibi güllük gülistanlık değil. Bunu nerden mi çıkarıyorum? Gelin, hep birlikte hafızamızı şöyle bir yoklayalım. Yeşilçam olarak isimlendirilen Türk sinema tarihine kısa bir yolculuğa çıkalım. Bakalım, ‘kitap’ ve Yeşilçam ilişkileri üzerine zihnimizi kurcaladığımızda, karşımıza ne gibi sonuçlar çıkacak.

 

Yeşilçam’da İslam inancına yer veren filmleri ele aldığınızda, karşınıza çıkacak ilk tiplemeler çember sakallı, yobaz imamlar olur. Filmler değişir ama köyümüzün bu softa, kaba sakallı imamı hiç değişmez.  Gözleri yuvalarında fıldır fıldır dönen bu ‘din bezirgânları, birbirine sevdalanan gençlerin arasına uğursuz bir kara kedi gibi girerler. Kızın babasını fitleyip, oğlana karşı kışkırtırlar. Ortalığı velveleye verip ‘bre gafiller, fasıklar, ırz düşmanları’ naraları atarlar. Daha sonra da, işi tatlıya bağlayıp, kızı rızaları olmadan, baba zoruyla kendilerine alırlar. Filmin sonunda da ya kız intihar eder, ya da cesur esas oğlanımız bu kalleş imamı öldürüp, sevdalısını alıp şehre kaçar. Seyirci ise mesajını almıştır; Sevenler kavuşmuş, uçkur düşkünü kaba sakal imam yaptığının cezasını pahalıya ödemiştir.

 

Her türlü yeniliğe karşı çıkan dindarların anlatıldığı filmleri hatırlamayanınız var mıdır? Hani o köye yol getirmek isteyenlere karşı ‘dinimiz buna cevaz vermez’ deyip, kazan kaldıran mollalar, dindar ağalar, aşiret liderleri var ya, işte onlardan söz ediyorum. Bu kötü adamlar, bir çok Yeşilçam filminin vazgeçilmez karakterleridir. Nerde geleceğe dair bir olumlu girişim varsa, karşısına hep bu dindar kahramancıklar çıkar. Kimisi köye okul yapılmasına engel olmaya çalışır, kimisi kızların okutulmasına. Kimi din adına karısına zulmediyordur, kimi kadınlarından bir harem kurmuştur. Ama kaderin cilvesine bakın ki, bu tiplemelerin ortak noktası hep inançlı olmaları olmuştur.

 

Ya o sözünü daha cesur ve açıkça söyleyen ‘aydınlatıcı’ filmlere ne demeli? Köye gelen gözlüklü hanım öğretmenli, büyük şehirde eğitim almış civan doktorlu, yolunu kaybedip düştüğü ortama ‘yobazlık ve gericiliğe karşı mücadeleyi aşılayan’ kahramanlı Yeşilçam filmlerini kolay kolay unutabilir miyiz? ‘Yıkın bu karanlık adetlerinizi, batıl inançlarınızı, yobazlıklarınızı’ diyerek insanların örtünmelerini, utanma duygularını ve hatta ibadetlerini rencide eden ‘Yeşilçam kahramanlarını’ unutmak mümkün müdür? Çekilen her filmde toplumun değer yargılarını özgürlük ve insanca yaşam karşısında potansiyel bir tehlike olarak lanse eden bu filmler, yıllarca sinema salonlarından, televizyonlardan milyonlarca insanın kalbini kırdı, sinemadan ve hatta sanattan soğuttu.

 

Yeşilçam filmleri yıllarca geri kalmışlığın, kötü yaşam koşullarının insanların inançlarından kaynaklandığını anlattı durdu. Bunun adı kimi zaman adet, kimi zaman gelenekler, kimi zaman da batıl inançlar oldu.

 

Sadece filmleri değil, Yeşilçam ailesinin üyeleri de hep dine karşı mesafeli durdu. Hayat tarzları, röportajlarında sarf ettikleri fikirleri hep dinin tasvip etmediği biçim ve şekillerde oldu. Kadın oyuncuların ala bildiğine rahat giyinmeleriyle, cinsel içerikli sahnelere yönelik eleştirileri ‘yobazlık’ ve ‘sanat düşmanlığı’ olarak tanımlayan sinemacılar, dini mümkün olduğunca sinemadan uzak tutmaya çalıştılar. Peki, bu konuda ne gibi uygulamalar yaptılar? İşte size birkaç örnek;

 

— Dini inançları çeşitli isimler takarak hor gören Yeşilçam sinemacıları, ‘doğru din anlayışını’ anlatan bir tek film çekmediler. Filmlerinde çok nadiren de olsa örnek olarak gösterdikleri dini argümanlar ise iğdiş edilmiş, sinirleri alınmış ve yaşantıları konusunda suya sabuna dokunmayan ‘cici İslam’, ‘en mükemmel din’, ‘sevgi dini’ ve ‘son din’ gibi nakaratlarından ileriye geçmedi.

 

— Verdikleri birkaç küçük dini mesajın içine sayısız ideoloji ve dini dayanaktan yoksun komik söylemler doldurdular. Bir ara cuşa gelip esen ‘dini film’ furyasının hatırına çektikleri sofili, sarıklı, cüppeli filmlerde inanlarla dalga geçercesine kalitesizlik ve özensizlikler sergilediler. Hiçbir sanatsal niteliği olmayan, defolu filmleri yıllarca dindarların gözünü boyamak adına izletip durdular.

 

— İslam inancına uygun biçimde film yapmak isteyen samimi çabaları ‘İslamcı sinema’, ‘Dinci sinema’, ‘Hizbullahçı sinema’ gibi tabirlerle karalamaya, lekelemeye ve nihayetinde dışlamaya çalıştılar. Film festivallerine aday göstermediler. Hasbelkader aday gösterdiklerine de ufak tefek ödüllere layık gördüler.

 

— Yaptıkları festivaller, kokteyl ve gala gecelerinde su gibi içkiler, şampanyalar aktı. Bu gecelerde türlü uygunsuz eğlenceler düzenlediler. Film festivallerini, galaları, içkili ve yemekli söyleşileri Ramazan ayında, iftar saatinden birkaç saat önceye ayarladılar. En önemli dini gün ve gecelerde kendi deyimleriyle ‘cesur’ ve ‘cüretkâr’ filmlerini göstere göstere izlettiler.

 

Hiç unutmuyorum, Atıf Yılmaz’ın cenaze namazını kıldıran imam, ‘Şu an neredeyse bütün sinemacılar burada. Fırsatını bulmuşken bir ricada bulunmak istiyorum. Türk filmlerinde konu edilen imamlar ve haksızca eleştirilen dini temalar bizleri çok rencide ediyor. Lütfen bu konularda daha hassas olun’ serzenişinde bulunmuştu.

 

Şurası bir gerçek ki, Yeşilçam’la dini değerler arasına hep kalın duvarlar örüldü. Yeşilçam’ın ‘kitapla’ ilişkilerine dair sözünü ettiğim yukarıdaki ifadeler geniş toplum kesimlerince sıklıkla dile getirilen düşüncelerdi. Birçok sinemacı, yazar ve araştırmacı bu konuyla ilgili eleştiriler yaptı, dikkatleri bu umarsızlığa çekti. Hatta Diyanet İşleri Başkanlığı bile konuya kayıtsız kalmadı ve kendisine ait yayın organlarında, bu konudan duyduğu rahatsızlığı defalarca dile getirdi. Ama durumdan hiçbir şekilde gocunmayan sinemacılar, bu konuda yöneltilen eleştirilere de inanılmaz sertlikte karşılıklar veriyor. Aydın Sayman ve Halit Refiğ gibiler Yeşilçam’ın bu tuhaf ve yakışıksız anlayışını görmezden geliyor.  Aydın Sayman’ın ifadesinde olduğu gibi, bu konuya yönelik eleştiriler ‘edepsizlik’ oluyor. O halde Sayman, Refiğ ve onlar gibi düşünenlere şunu sormak lazım;

 

Allah aşkına, ‘kitap’ bu sinemanın neresinde?